Bugün Türkiye’deki Müslümanlar olarak çoğunluğumuz Hanefi mezhebine mensubuz. Peki mensubu olduğumuz Hanefi mezhebinin kurucusu, İmam-ı Âzam olarak şöhret bulmuş olan Ebû Hanîfe Numan b. Sabit Hazretlerini acaba ne kadar tanıyoruz? İmam Şafi’nin “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife’nin iyalidir.” şeklinde tasvir ettiği bir fıkıh dehası. Kendisinden önce var olan Irak fıkıh ekolünü sistematize eden, geliştiren, içtihadda ve hukukta çığır açan Büyük bir İmam, İmam-ı Âzam… İşte bu yazımızda asırlardır İmam-ı Âzam olarak anılmış olan Ebû Hanîfe Hazretleri’nin hayatına doğru bir seyre çıkacağız. Keyifli okumalar…
İçindekiler
1.Doğumu, Nesebi ve Kökeni
İmam-ı Âzam Ebû Hanife 80/699 yılında Kûfe’de doğdu. Daha önce doğduğu yönünde bazı iddialar olmakla beraber, genel itibariyle doğum tarihine dair bir ittifakın olduğu söylenebilir. Asıl adı Nu‘man olan Ebû Hanife’nin torunları Ömer ve İsmail’in belirttiğine göre, nesebi Nu‘man b. Sâbit b. Zûtâ b. Mâh’tır. Aslen Arap olmayan Ebû Hanife’nin kökeni hakkında farklı bilgiler mevcuttur. Rivayete göre Kabil fethedildiği sırada dedesi Zutâ’ya eman verilmiştir. Zutâ Bekr b. Vail kabilesinin Teymullah b. Sa‘lebe oğulları ile vela antlaşması yapmış ve müste’men olarak Müslümanlarla birlikte Kufe’ye yerleşmiştir.
Bir başka rivayette ise Zûtâ İran’dan köle olarak getirilmiş, daha sonra efendisi tarafından azat edilmiştir. Her iki ihtimale göre de Ebû Hanife’nin ailesi Bekr b. Vail kabilesinin mevalilerindendir. Bu nedenle Ebû Hanîfe bazen Teymullah oğullarına nispetle Teymî şeklinde anılmıştır. Ebû Hanîfe’nin nereli olduğu konusu da tartışmalıdır. Atalarının Nesâ, Enbar, Tirmiz’den geldiği, babasının Fars kökenli, annesinin Hint menşeli olduğu şeklinde farklı rivayetler bulunmaktadır. Hatta Türk kökenli olduğu dahi iddia edilmiştir. Atalarının yaşadığı coğrafyada Farisiler ile birlikte Türklerin de yaşıyor olması bu iddiayı akla getirmektedir. Ancak bu durum daha ziyade her ırkın Ebû Hanîfe gibi muhterem bir zatı kendilerine mensup gösterme çabasıyla ilgilidir. Bu noktada gerçeğe en yakın görünen torunlarının da ifade ettiği gibi atalarının Kabil merzubanlarından olduğudur. Yani Ebû Hanîfe’nin dedeleri Sasani devletinde görev almış, valilik yapmış kimselerdir. Hatta dedesinin Sâsânî meliki Hürmüz olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Netice olarak bu rivayetler Ebû Hanife’nin Farisi kökenli aristokrat bir aileye mensup olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Ebû Hanîfe’nin ailesi hakkında kaynaklarda yeterli bilgi mevcut değildir. Yalnızca babası hakkında Hz. Ali ile görüştüğü, ona bir hediye takdim ettiği, hayır duasını aldığı şeklinde bir rivayet bulunmaktadır. Babasının ve hatta Ebû Hanîfe’nin önceleri Hıristiyan olduğu daha sonra Müslüman isimleri aldıkları şeklindeki rivayetler bir kenara bırakılırsa, babasının hür ve Müslüman olduğu konusunda bir ittifaktan söz edilebilir.
2.Künyesi
Ebû Hanîfe künyesiyle meşhur olmuş olan Nu‘man b. Sabit’in Hanife isimli bir kızı olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. Hatta oğlu Hammad’dan başka çocuğu bulunmamaktadır. Bununla birlikte Ebû Hanîfe diye anılması Iraklılar arasında “Hanife” diye anılan bir tür divit veya yazı hokkasını devamlı yanında taşıması veya Hak’tan, doğru yoldan ayrılmayan manasında hanîf sıfatının kendisine yakıştırılmasından dolayıdır. Dolayısıyla “Ebû Hanîfe” onun künyesinden ziyade sıfatıdır diyebiliriz.
3.Kûfe Çarşısında Bir Tüccar
Ebû Hanîfe tüccar, varlıklı bir ailede dünyaya gelmişti. Babası Kûfe’de ticaretle uğraşmaktaydı. Kendisi de babasının vefatından sonra baba mesleğini devam ettirerek, kumaş ticaretiyle ilgilendi. Kûfe’de bezzazların (kumaş satıcıları) olduğu camiye yakın Amr b. Hureys mevkinde bulunan dükkanında satış yaparak hayatını idame ettiriyordu.
4. Tüccarlıktan İlim Adamlığına
Ebû Hanîfe’nin kumaşçı dükkânı Kûfe Cami’nin tam bitişiğindeydi. Dükkânın caminin yanında olması onun hayatının yönlenmesinde önemli bir unsur olmuştu. Böylelikle camiye her gidişinde ders halkalarını müşahede ediyordu. Esasında camilerde kurulan bu ders halkaları onun yabancı olduğu bir şey değildi. Henüz çok küçük yaşta Kur’an’ı hıfzetmiş, Kûfe Cami’nde Asım b. Behdele’den kıraat eğitimi almış, aynı zamanda Âmir b. Şurahbil b. Abd eş-Şabi’den de istifade etmişti. Çocukken muhtemelen Kûfe’de de yaygın bir şekilde bulunan küttâplarda eğitim görmüştü [1]. Ancak onun ilim sahasında ilerlemesi geç bir yaşta mümkün olmuştu.
Ebû Hanîfe’deki ilmi yetenek hocaları tarafından fark edilmişti. Erken yaşta kendisinden ilim öğrendiği hocası Şabi “Seni zeki, kabiliyetli ve hareketli bir genç olarak görüyorum. İlme ve alimlerin meclislerine devam etmeyi ihmal etme.” diyerek ilme yönlendirmişti. Anlaşıldığı kadarıyla bu sözler Ebû Hanife’ye etki etmişti. Hocasının tavsiyesini hemen yerine getirmemiş olsa da bir müddet sonra rivayetlere göre yirmili yaşlarında ilim meclislerine katılmaya başlamıştı. Bir süre mescitlerdeki farklı ders halkalarına iştirak eden Ebû Hanîfe hiçbirinde devam etmedi. En son Hammad b. Ebî Süleyman’ın halkasında karar kıldı. İlimle iştigal etmeye başlayan Ebû Hanîfe ticaret hayatını da bırakmamış, tüccarlığa devam etmiştir. Kendisine bir ortak edinerek dükkanında mal satmayı sürdüren Ebû Hanîfe, bir yandan da ilimle ilgilenmiştir. Esasında o, ticaretle ilmi bir arada yürütmüştür. Dükkanının bir tarafında ders verirken, diğer yanında kumaş satmaya devam etmiştir.
5. Bir Mezhebin Önderi
Ebû Hanife’nin yaşadığı dönemde çok yoğun bir şekilde kelamî tartışmalar yapılmaktaydı. İbn Hacer ve es-Saymeri’ye göre Ebû Hanîfe de ilk olarak kelam ilmiyle ilgilenmeye başlamıştı. Önce akaid ve cedel ilmini öğrenen ve zamanla bu ilimlerde belli bir seviyeye ulaşan Ebû Hanîfe, döneminin bidatçileriyle ve inkarcılarıyla münakaşalarda bulunmuş, tartışmalardan geri durmamıştır. Özellikle Ebû Hanîfe’nin içinde bulunduğu kozmopolit bir yapıya sahip olan Kûfe şehri de onu kelam ile ilgilenmeye sevk etmiştir. Onun kelamî görüşleri Ehl-i Sünnet itikadının oluşumuna büyük katkı sağlamıştır.
İlk olarak kelam ilmiyle ilgilenmeye başlayan Ebû Hanîfe, Hammad b. Ebî Süleyman’ın halkasına katılınca fıkıhta derinleşmeye başlamış ve kelamî tartışmaları bir kenara bırakmıştır. Onun kelamdan fıkha yönelişine dair farklı rivayetler zikredilmektedir. Bunlardan birine göre fıkha yönelişinde kendisine boşanma ile ilgili bir soru soran kadının sualine cevap verememesi müessir olmuştur. Rivayete göre bir kadın Ebû Hanîfe’ye boşanmayla alakalı bir hususu danışmış, kadının sualine cevap veremeyen Ebû Hanîfe onu Hammad b. Ebî Süleyman’a yönlendirmiş ve aldığı cevabı kendisiyle de paylaşmasını istemiştir. Kadından cevabı öğrenmesi üzerine fıkıh konusunda kendisini geliştirmesi gerektiğini düşünerek yirmi iki yaşında Hammad b. Ebî Süleyman’ın derslerine başlamıştır. Ancak burada şunu da belirtmemiz gerekir ki henüz Ebû Hanîfe’nin hayatta olduğu sırada ilim dalları müstakil hale gelmiş değildi. Dolayısıyla onun önce kelam ardından fıkıhla ilgilenmesini Zehebi’nin de belirttiği gibi ihtiyatla karşılamak lazımdır. Bu rivayetlerin sonraki dönemlerde ilimler arasındaki üstünlük yarışında fıkhı ön plana çıkarmakla alakalı olduğu söylenebilir.
Fıkıh konusunda muazzam bir yeteneğe sahip olan Ebû Hanîfe, Hammad’ın en başarılı öğrencisi olmuş, hocasının olmadığı zamanlar ders halkasının başına geçerek hocalık yapmıştır. Hocasının bir seyahatinde ders halkasında kendisine yöneltilen soruları kendi bilgi birikimiyle cevaplandırmış, daha sonra cevapları hocasına gösterdiğinde toplam altmış tane olan bu sorulardan kırkında Hammad b. Ebî Süleyman Ebû Hanife’yle aynı görüşü paylaşmıştır. Sadece bu örnek bile onun henüz öğrenciyken dahi fıkıh konusunda büyük bir birikime ve yeteneğe sahip olduğunu göstermektedir. Hocasının vefatının akabinde arkadaşlarının isteği üzerine halkanın başına geçmiştir. Onun ders halkasına İslam ülkesinin her coğrafyasından gelenler olmuş, rivayetlere göre yetiştirdiği talebelerin sayısı birkaç bini geçmiş, bunlardan kırkı da içtihad edecek seviyeye ulaşmıştır. Öyle ki onun yetiştirdiği talebeler görüşlerini İslam’ın farklı coğrafyalarına taşımışlardır. Böylelikle Irak fıkıh ekolü talebelerinin de katkılarıyla kendisine nispetle Hanefi Mezhebi olarak teşekkül etmiş, Ebû Hanîfe ameli bir mezhebin öncüsü olarak tarihe adını yazdırmıştır.
6.Asırların İmam-ı Âzamı
Muazzam bir fıkhi dehaya sahip olan Ebû Hanîfe fıkıh ilminde çok büyük bir otorite kabul edilmiştir. Zira İmam Şafi’nin “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanife’nin iyalidir.” sözü onun fıkıh konusundaki mevkini açıkça ortaya koymaktadır. Zekâsı ve kabiliyetiyle ön plana çıkan Ebû Hanîfe kendi çağının alimleri tarafından hak ettiği iltifata mazhar olmuştur. Hocası Abdullah b. Mübarek “Ondan daha zekisini hiç görmedim.” Ali b. Asım “Aklı yeryüzündeki insanların toplam aklının yarısı kadardı.” ve İmam Şafi “Analar ondan zekisini doğurmamıştır.” sözleriyle ondaki cevheri itiraf etmişlerdir. Öyle ki o çağdaşları arasındaki seçkin yeri itibariyle kendisine yakıştırılan “İmam-ı Âzam” sıfatını asırlarca üzerinde taşımış, sadece kendi çağının değil, asırların “Büyük İmamı”, İmam-ı Âzamı olarak hafızalarda yer etmiştir.
7.Ahlak ve Şemaili
Ebû Hanîfe fıkıhta bir otorite olmasının yanında kaynaklarda kanaatkâr, cömert, güvenilir örnek bir Müslüman olarak zikredilmektedir. Bilhassa haram-helal hususunda son derece titiz davranmış, haram lokma yememeye gayret etmiştir. Bir keresinde ticaret ortağı Hafs b. Abdurrahman’ı bir malı satması için göndermiş, ancak malın defolu olduğunu söylemeyi unutmuştu, bunun üzerine o maldan elde ettiği kazancın tamamını sadaka olarak dağıtmıştı. Yalnızca bu örnek bile onun ne denli takva sahibi bir insan olduğunu anlamak için yeterlidir. Yine o her yıl kazancını toplar ve fakirlere, yoksullara, talebelere dağıtır, kimsesizlerin ihtiyaçlarını giderirdi.
Ebû Hanîfe az konuşan, çok tefekkür eden âbid, zâhid bir şahsiyetti. Konuşması gayet akıcı, insicamlıydı. Kendisine sorulan sorulara az ve öz cevap verirdi. Hiçbir zaman kendi görüşünün en doğru görüş olduğu şeklinde bir tavır içerisinde olmamıştır. Kendi görüşünü ortaya koyar, ancak daha makulünü getiren olursa saygı duyar, fikrini değiştirirdi. Zira o, ders halkalarında talebeleriyle birlikte ilmi müzakerelerde bulunur, onların da görüşlerinden faydalanır, kendi fikirlerini benimsemeye zorlamazdı. Doğruyu bulma hususunda son derece samimi bir çaba içerisinde olan Ebû Hanîfe talebeleriyle yaptığı müzakereler ve çalışmaları neticesinde “Bizim kanaatimiz ve ulaşabildiğimiz en güzel görüş budur. Bundan daha iyisini bulan olursa şüphe yok ki doğru olan onun görüşüdür.” diyerek tam manasıyla bir ilim adamı tavrı ortaya koymakta, ilmin ilerlemesinin önünü açmaktaydı. Daima temiz elbiseler giyer, güzel kokular sürünür, bakımına dikkat ederdi. Her zaman doğrunun yanında olan, Hak’tan ayrılmayan Ebû Hanîfe, orta boylu, esmer, güzel yüzlü idi.
8.Siyasi Otorite ile İlişkisi
Abdülmelik b. Mervan’ın hilafetinde dünyaya gelen Ebû Hanîfe’nin ömrünün elli iki yılı Emeviler, son on sekiz yılı ise Abbasiler döneminde geçmiştir. Ebû Hanîfe’nin doğup büyüdüğü Kûfe şehri siyasi çalkantıların daima merkezinde olmuş, Kuzeyli ve Güneyli Arapların çatışmalarından, mevali politikasından nasibini almıştır. Kendisi de Mevaliden olan Ebû Hanife’nin de Emevi siyasi atmosferinden etkilenmediğini düşünmek doğru olmaz. Ehl-i beyte kalbi bir muhabbet beslediği anlaşılan Ebû Hanîfe Emeviler’in Hz. Ali evladına karşı gerçekleştirdikleri olumsuz politikaları tenkit etmiş, hatta 121(739) senesinde Zeyd b. Ali’nin Hişam b. Abdülmelik’e karşı başlattığı isyanı hem maddi olarak hem de fetvalarıyla desteklemekten geri durmamıştır. Son Emevi halifesi II. Mervan yönetime bağlılıklarını sağlamak ve muhalefetlerinin önüne geçmek için Irak valisi İbn Hübeyre aracılığıyla birçok alime siyasi mevki teklifinde bulunmuştu ki bunlar arasında Ebû Hanife’ye de Kufe kadılığı veya beytül mal eminliği teklif etmişti. Ancak Ebû Hanife Emevi idaresinin teklifini reddetti. Bunun üzerine yönetime karşı geldiği için hapsedilip, dövüldü. Durumunun ağırlaştığı haber alınınca hapisten çıkarıldı.
Ebû Hanife hapisten çıktıktan sonra Mekke’ye yerleşti ve Abbasiler’in yönetimine kadar orada kaldı. Abbasi ihtilali gerçekleşince Ebü’l Abbas Seffah’a biat ederek, Kufe’ye geri döndü. Ancak Irak’taki karışıklıkların devam ettiğini görünce yeniden Mekke’ye yerleşti. Tekrar Kûfe’ye dönmesi halife Mansur zamanında mümkün oldu. Ebû Hanife Abbasilere karşı Emevilere nazaran daha mutedil bir tavır takındı. Emevi idaresinin son bulması İslam alemi adına onda bir ümidin filizlenmesini sağlamıştı. Ancak 145 (758) senesinde Muhammed en-Nefsüz Zekiyye kardeşi İbrahim ve hapisteki babaları Abdullah’ın öldürülmesi üzerine Abbasi hilafetinin de açıkça karşısında durmaya başladı. Hatta halife Mansur’un kumandanlarını isyancılara karşı durmaktan alıkoymaya çalışmıştır. Bunun üzerine halife Mansur, Ebû Hanife’yi denemek için ona yeni kurulan Bağdat şehrinin kadılığı teklifinde bulundu. Her ne kadar bazı rivayetler halifenin teklifini kabul ettiği yönünde ise de daha doğru olan onun teklifi geri çevirerek Bağdat zindanlarına atılıp, dövüldüğüdür.
9.Hak’tan Yana Olması
Ebû Hanife sonucu ne olursa olsun hiçbir zaman doğruyu söylemekten geri durmamış, Hak’tan yana olmaya gayret etmiştir. Son derece cesur bir kişiliğe sahip olan Numan b. Sabit, gerektiğinde yöneticileri bile karşısına alabilmiştir. Zira o gerek Emevi gerekse Abbasiler döneminde yanlış bulduğu uygulamaları söylemekten, halifeleri tenkit etmekten geri durmamıştır. Haklının yanında durmayı şiar edinmiş olan Ebû Hanife sonunda hapis, dayak, işkence dahi olsa büyük bir cesaretlilikle muhalifleri açıktan desteklemiştir. Yanlış icraatlarından dolayı Emevi iktidarının karşısında yer almış olan Ebû Hanîfe makam mevki uğruna tavrından vazgeçmemiştir. Zira Irak valisi İbn Hübeyre’nin kendisine yaptığı beytülmal eminliği görevini reddettiği zaman “Bana Vâsıt Mescidi’nin kapılarını saymayı teklif etse de onu yapmam.” demiştir.
Nispeten iyi anlaştığı Abbasi halifesi Mansur’u dahi eleştirmekten çekinmemiştir. Ebû Hanîfe halifeleri, yöneticileri tenkit ettiği gibi kendi görüşüne uymadığı zaman alimleri de eleştirmiştir. Nitekim Kufe kadısı İbn Ebî Leyla’nın görüşlerini derste talebeleriyle birlikte kritik etmiş, yanlış gördüklerini de doğrudan eleştirmiştir. Bu durumdan rahatsız olan İbn Ebî Leyla Ebû Hanîfe’yi halifeye şikâyet etmiş, şikâyet üzerine bir süre fetva vermesi yasaklanmıştır. Ebû Hanife’nin talebesi Ebû Yusuf’un “İhtilafu Ebû Hanife ve İbn Ebî Leyla” İbn Ebî Leyla ile aralarındaki tartışmaları ortaya koymaktadır.
10.Vefatı
Ebû Hanife hicri 150 yılında yetmiş yaşlarında Bağdat’ta vefat etti. Nasıl öldüğü veya öldürüldüğü hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Rivayetlerde Mansur tarafından atıldığı Bağdat hapishanesinde zehirlenerek öldürüldüğü geçmektedir. Ancak cenazesine bizzat halifenin katılmış olması bu iddiaları çürütmektedir denilebilir. Bu açıdan onun hapisten çıktıktan bir müddet sonra vefat ettiği rivayetini tercih etmek daha isabetlidir. Cenazesine yaklaşık altmış bin insanın katıldığı Ebû Hanîfe, vasiyeti üzerine Bağdat’taki Hayzüran kabristanlığına defnedilmiştir. Ebû Hanîfe’nin kabri Şerefülmülk Ebû Sa’d el-Müstevfi tarafından 459(1067) yılında bir türbe yapılmış, çevresine de medrese inşa edilmiştir. Bugün kabri Bağdat’ta kendisine nispetle Azamiye diye anılan mevkidedir.
Meraklısına: Talebeleri tarafından kaleme alınan, Ebû Hanîfe’nin görüşlerini ihtiva eden el-Âlim ve’l Müteallim, el-Fıkhu’l-Ekber, el-Fıkhu’l-Ebsat, el-Vasiyye isimli eserleri ve kendisinin tahrir ettiği er-Risale adlı eser “İmam’ın Azam’ın Beş Eseri” ismiyle Mustafa Öz tarafından 1981 yılında Türkçeye çevrilip bir araya getirilerek yayınlanmıştır. Ebû Hanîfe’nin görüşleri hakkında bilgi sahibi olmak isteyenleriniz için faydalı olabilir 😊. Bahsettiğimiz bu beş eser Osmanlı döneminde de Beyâzizade Ahmet Hilmi Efendi tarafından el-Usulü’l-münife ismiyle bir araya getirilmiş, daha sonra da müellif tarafından İşâretü’l-Meram ismiyle şerh edilmiştir.[1] Küttâp: Varlığı İslam öncesi döneme kadar uzanan Emevîler zamanında da emsar adı verilen büyük yerleşim birimlerinde bulunan ilköğretim eğitimi veren kurum.
Kaynakça
Uzunpostalcı, M. (2023, 07 15). Ebû Hanîfe. TDV İslâm Ansiklopedisi.
Ak, A. (2016). İmam-ı Azâm Ebû Hanife’nin Hayatı ve İtikadî Görüşleri . KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi , 1-27.
Söylemez, M. M. (2015). Kufe’nin Yetiştirdiği Mütebahhir Bir Âlim: İmam Azam Ebû Hanife Numan b. Sabit . Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi , 33-47.