Bu yazımızda itikattaki mezhebimizin imamı İmam Mâtürîdî olarak bildiğimiz Ebû Mansur Muhammed’i tanıyacağız. O, Maveraünnehir’den doğan bir İslam güneşi, müfessir, mütekellim ve fakih… Çağını aşan bir akıl… Kitâbü’t-Tevhîd ve Te’vilâtü’l-Kur’an müellifi…Ebû Hanife’nin izinden giden, Ehl-i Sünnet muhafızı… Gelin şimdi Türk tarihi ve düşüncesine son derece kıymetli bir armağan olan büyük Türk bilgini ve imamı, Ebû Mansur Muhammed el- Mâtürîdî Hazretlerinin hayatında bir yolculuğa çıkalım…
İçindekiler
1. Doğumu
Tam adı Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud olan İmam Mâtürîdî, bugünkü Semerkant’ın kuzeybatısında bir köy olan Matürit’te dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Muhammed b. Mukatil er-Razi (248/862)’ye talebelik yapmasından hareketle hicri III. yüzyılın ilk yarısında doğduğu söylenebilir. İmam Mâtürîdî’nin yaşadığı dönem Abbasîler’in merkezi otoritesinin zayıfladığı, Maveraünnehir’de Samaniler’in hakimiyet kurduğu bir dönemdir.
2.Nesebi
Sem’ânî ve Zebîdî gibi bazı alimler Kitâbu’t-Tevhîd’in yazma nüshasında kim tarafından kaydedildiği bilinmeyen birtakım notlardan hareketle Mâtürîdî’nin soyunun Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye dayandığını iddia etmektedir. Ancak bu iddia birçok açıdan isabetli görünmemektedir. Soyunun Ebû Eyyûb’e dayandırılması Arap asıllı olduğu anlamına gelir, fakat Mâtürîdî’nin telifleri incelendiğinde gayrı Arap bir kimse tarafından kaleme alındığı izlenimi vermektedir. Zira eserlerinde Arap gramerine aykırı kullanımlar, anlaşılması güç, muğlak ifadeler yer almaktadır. Soyunun ancak dedesine kadar götürülmesi de onun Arap olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Araplar soy kütüğüne büyük önem verir, kayıt altına alırlardı. Netice olarak Mâtürîdî’nin Arap olduğu iddiası doğru değildir.
Zebîdî de Mâtürîdî’nin soyunun Ebû Eyyûb’e dayandırılmasının gerçek bir nispeti yansıtmadığını, yalnızca müşerref kılma gayesi olduğunu ifade etmektedir. Mezkûr iddia muhtemelen Mâtürîdî’nin kızının oğlu olan kadı Ebü’l Hasan’ın babasının soyunun Ebû Eyyûb’e dayanmasının karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Mâtürîdî’nin eserlerinde Türkçe cümle yapısına uygun ifadelerin yer alması ve yaşadığı coğrafyada Türklerin çoğunlukta oluşu, Türk asıllı olduğunu göstermektedir. Her ne kadar eserlerinde Farsça ibarelere yer vermesinden hareketle Farisi olabileceği zikredilmekteyse de bu durum o dönemde Maveraünnehir’de ilmî çevrelerde Farsçanın yaygın olmasıyla alakalıdır.
3. Bir Hanefi Fakihi
İmam Mâtürîdî Semerkant’ta Ebû Hanife’nin fıkhî ve itikadî görüşlerinin tartışıldığı “Darü’l Cüzcaniye” isimli eğitim kurumunda ders almıştır. Zira onun hocaları İmam-ı Azam Ebû Hanife geleneğini sürdüren isimlerdir. Esasında Mâtürîdî’nin hocaları Ebû Hanife’nin öğrencilerinin öğrencileridir. Her ne kadar Mâtürîdi mütekellim[1] yönüyle bilinmekte ise de fıkıh sahasında da önemli bir âlimdir. Onun kelam dersleri dışında fıkıh dersleri de okuttuğu bilinmektedir. İbn Yahya talebesi Rüstüfağnî’ye İmam Muhammed eş-Şeybani’nin el-Mebsut’unu ve el-Camiu’l Kebir’in zekât bahislerini okuttuğunu söylemektedir. O Ebû Hanife’nin fıkhî görüşlerini çok iyi anlamış, aktarmış ve savunmuştur. Ebû’l Muin en-Nesefi onun için “Ebû Hanife’yi en iyi anlayan kimse Mâtürîdî’dir.” demektedir.
Mâtürîdî gerek fıkıh gerekse usul konusunda kendi döneminde Semerkant’ta bir otorite olarak görülmüş olacak ki Semerkant fıkıh ekolünün reisi olarak kabul edilmiştir. Ancak hicri VI. yüzyıla gelinceye dek onun görüşleri kendi coğrafyasında bile yeterince ilgi görmüş değildir. Zira dönemin en büyük üç usulcüsü olan Zeyd ed-Debûsî, Ebü’l-Usr el-Pezdevî, Şemsüleimme es-Serahsî usule ait eserlerinde Mâtüri’den hiç söz etmemektedir. Ancak bu durum Mâtürîdî’nin görüşlerinden habersiz oldukları anlamına gelmemektedir. Zira onun düşüncelerine yer vermedikleri eserler yalnızca usule dair olanlardır. Ebü’l Muin en-Nesefi’nin talebesi Alâeddin es-Semarkandî Mâtürîdî’yi fıkıh usulünün merkezine yerleştirerek, “Maveraünnehir-Semerkant Hanefi fıkıh ekolünün reisi” şeklinde tavsif etmiştir.
Fıkıh usulünü ve kelamı bir arada düşündüğünü ifade eden Alâeddin es-Semerkandî, Mâtürîdî’yi çok önemli bir fakih olarak görmüş, “Me’hazüş- Şerâî” adlı telifini usul-ü fıkha dair örnek bir eser olarak zikretmiştir. Bütün bunlar Mâtürîdî’nin Hanefi-Ehl-i Sünnet alimlerince fıkıh ve usul-ü fıkıhta otorite olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Ebû Mansur el-Mâtürîdî Ebû Hanife’nin metodunu devam ettirerek, Hanefiliğin gelişmesine, yayılmasına, bir başka ifade ile Ehl-i Sünnetin muhafazasına katkı sağlamıştır.
4. Dirayet Müfessiri
İmam Mâtürîdî iyi bir fakih olmasının yanında önemli bir müfessirdir. Tıpkı fakihliği gibi müfessir yönü de çok fazla bilinmemektedir. Onun “Tevîlâtü’l Kur’ân” adlı tefsiri önemli bir dirayet tefsiridir.[2] Tefsirinde aklî ve naklî bilgi kaynaklarını bir arada kullanmış, bununla birlikte akla büyük bir önem atfeden mütekellim, aklı ön plana çıkarmıştır. Sistematik bir kelam ekolünün kurucusu olan Mâtürîdî’nin metodolojisi tefsirine de yansımış, ancak bir kelam kitabı hüviyetine bürünmemiştir. Ebu’l Muin en-Nesefî, onun tefsiri için, “Mâtürîdî’nin Kur’an’ın tevilleriyle ilgili kitabı sahasında eşsiz bir eserdir. O, bu eserinde dini konudaki sorunlara çok güzel çözümler üretmiş ve dini hurafelerden arındırmıştır.” demektedir.
5. Mâtürîdîyye’nin Kurucusu
İmam Mâtürîdî’nin asıl ünü fıkıh ve tefsirden ziyade kelamdadır. Ebû Hanife’nin görüşlerini geliştirerek sistematik bir kelam ekolü ortaya koyan Mâtürîdî, kendi ismine nispetle “Mâtürîdîlik” olarak anılacak mezhebin kurucusu olmuştur. Onun itikada dair düşünceleri talebelerinden Rüstüfağnî, Hâkim es-Semerkandî gibi isimler, daha sonra İbn Yahya, Muhammed el-Pezdevî, Ebû’l Muin en-Nesefî, Alâeddin es-Semerkandî gibi alimler vasıtasıyla yayılmıştır. İmam Mâtürîdî hicri V. yüzyılın ikinci yarısına kadar hak ettiği değeri görememiştir. Esasında yaşadığı dönemde Samani yönetimi tarafından gerekli desteği göremediği için ihmal edilmiştir.
O dönemde Semerkant Hanefileri Cüzcâniyye ve İyâziyye olarak iki gruba ayrılmıştı. Cüzcâniyye merkezi otorite tarafından desteklenirken, Mâtürîdî ve müntesiplerinin içinde bulunduğu İyâziyye Samani devleti tarafından dışlanmıştı. Hicri beşinci asrın ikinci yarısında Ebü’l Yüsr el-Pezdevî’nin Semerkant kadılığına atanmasıyla Mâtürîdî düşünce siyasi arenada tanınmaya başlanmıştır. Böylelikle hicri beşinci yüzyılda Pezdevî vasıtasıyla Mâtürîdî yeniden hayat bulmuştur. Hicri beşinci asrın sonlarına doğru Nesefi ile birlikte Ehl-i Sünnet’in yegâne imamı olarak tanınmaya başlayan Mâtürîdî, Alâeddin es-Semerkândî ile tam bir otorite haline gelmiştir.
6. Tasavvufla Bağlantısı
Kaynaklarda Mâtürîdî adeta bir mutasavvıf büyüğü olarak canlandırılmakta, hakkında çeşitli menkıbe ve hikayeler zikredilmektedir. Semerkant’ta bulunan Deş Ribatında Hızır ile görüşüp, duasını aldığı, çeşitli kerametlerinin bulunduğu zikredilen rivayetlerdendir. Nesefî’nin onu tasavvufî bir kavram olan “kudvetü’l ferikayn” olarak nitelendirmesi Mâtürîdî’nin tasavvufla bir bağlantısı olduğunu akla getirmektedir. Yine onun tefsirinde takvaya ulaşmanın yollarını ele alırken zikrettiği hususlar tasavvufî bir karakter taşımaktadır. Ancak diğer taraftan Mâtürîdî, keşif, sezgi gibi mutasavvıfların bilgi kaynağı olarak zikrettiği kavramları güvenilir kaynaklar olarak görmez, bunları bilgi kaynağı olarak görenleri de şiddetle eleştirir. Kaynaklarda zaman zaman bazı hususlarda sufilerle tartıştığı zikredilen Mâtürîdî’nin adı ilk dönem Sufi Tabakatlarında da yer almaz. Tasavvufla ilgili zikredilenler muhtemelen sonraki dönemlerde ona sufi bir boyut kazandırma isteğiyle ilgilidir.
7. Eserleri
Kelam, tefsir, fıkıh ve usul alanlarında ön plana çıkan İmam Mâtürîdî’nin kelam başta olmak üzere zikredilen bütün sahalara dair eseri bulunmaktadır. Kendisine ait olduğu kesin olan on üç eserden on ikisini Ebü’l Muin en-Nesefî kayıt altına almıştır. Geriye kalan “Şerhu’l-Câmi’is-sagir” adlı eseri güvenilir kaynaklarda yer alan bilgilerden öğrenilmektedir. Asıl ününü kelama borçlu olan Mâtürîdî’nin, “Kitâbü’t- Tevhîd” ve “Kitâbü’l Makâlât” adlı eserleri kelama dair kaleme aldığı en önemli kaynaklardandır.
“Te’vilâtü’l Ehli’s-sünne” ve “Te’vilâtü’l-Mâtürîdîyye” olarak da zikredilen “Te’vilâtü’l-Kur’an” da dirayet tefsiri kategorisinde önemli tefsirlerdendir. Te’vilâtü’l Kur’an tefsir alanı içerisindeki öneminin dışında gerek kelam gerekse fıkıh ve fıkıh usulü açısından kıymetli bilgiler ihtiva eden önemli bir kaynaktır. Alâeddin es-Semerkandî’nin usul-u fıkha dair örnek bir eser olarak zikrettiği “Me’âhizü’ş-Şerâ’i fi usûli’l- fıkh” adlı telifi fıkıh usulünde ön plana çıkan çalışmasıdır. Bu çalışmalardan yalnızca Kitâbü’t-Tevhîd ve Te’vilâtü’l-Kur’an günümüze ulaşmayı başarmış, diğerleri istilalar, göçler, tahribat gibi hususlar nedeniyle tarihin derinliklerinde gizlenmiştir.
8. Unvanları
Kelamda bir otorite kabul edilen İmam Mâtürîdî, gerek talebeleri gerekse Ehl-i Sünnet alimlerince farklı zamanlarda çeşitli ünvanlarla övülmüş, şereflendirilmiştir. Talebesi Rüstüfağnî hocasını “eş-Şeyh”, “el-İmam”, “eş-Şeyhu’l-İslam”, “eş-Şeyhu’l-İmami’l-Hüdâ” gibi tavsiflerle nitelendirmiştir. Ehl-i Sünnet akaidini müdafaa noktasında Mutezile, Batıniyye gibi İslami mezheplerle ve İslam dışı düşüncelerle mücadele etmekten geri durmayan İmam Mâtürîdî’yi Ebu’l Muin Nesefî, Necmeddin Ömer en-Nesefî, Alâeddin es-Semerkandî, Sem’ani gibi alimler, “eş-Şeyhu’l-İmam” (Büyük İmam) olarak anmışlardır. Necmeddin en-Nesefi ise “kıdvetü’l-ferikayn” (iki kesimin/zahir ve bâtının alimlerinin önderi) demekle onu yüceltmektedir. Kefevî İmâmü’l Hüda Sünnet ve Hidayet ehlinin önderi, Sünnet ve Cemaat’in bayraktarı, fitne ve bidatın kökünü kazıyan, şeyh imam, kelamcıların imamı ve Müslümanların akaidini tashih eden şeklinde son derece kapsamlı bir tavsif yapmıştır.
9. Türk Tarihi ve Düşüncesindeki Yeri
Mutezile’nin salt akılcılığını ciddi bir şekilde eleştirerek, rasyonaliteyi ön plana çıkarmakla beraber, akıl ve nakli uzlaştıran İmam Mâtürîdî, Türk düşünce tarihi açısından son derece büyük bir öneme sahiptir. Ancak ne yazık ki hak ettiği değeri görememiştir. Onun çağını aşan fikirleri kendisinden sonra yeterince geliştirilememiş, zaman zaman kasıtlı olarak ihmal edilmiştir. Mâtürîdî’nin yöneticilerin hoşuna gitmeyecek düşünceler ortaya koyuşu onun geri planda kalmasına sebep olmuştur. Diğer yandan kendisinden sonra Ehl-i Sünnet’in sufilikle irtibatının artması, onun aklı ön plana çıkaran anlayışıyla uzlaşamamıştır. Selçuklular döneminde siyasi otoritenin menfaati ve yükselen Fatımi tehlikesine karşı bir kalkan vazife göreceği düşüncesiyle Eş’arilik ön plana çıkmıştır. Osmanlı dönemine geldiğimizde halk arasında Hanefilik ve Mâtürîdîliğin etle tırnak misali olduğunu görürüz.
Kanuni döneminde Ebussud Efendi tarafından yayınlanan maruzatla tüm hukuki işlemlerin Hanefi fıkhına göre gerçekleşeceği kararı alınmış, böylelikle Eş’ariliğe karşı tenkitler artarken, Mâtürîdîlik canlanmıştır. Diğer yandan Safevi devletinin kurulmasıyla beraber Osmanlı’nın Şii tehlikesine karşı Mâtürîdîliğe bir kalkan vazifesi yüklemesi, Mâtürîdî düşüncenin yeniden yeşermesini sağlamıştır. Mâtürîdîlik Cumhuriyet döneminde de ulus devlet anlayışını güçlendirmede bir argüman olarak hayatiyet bulmuştur. Cumhuriyet döneminde bu konuda çalışmalarda bulunan Yusuf Ziya Yörükan, Mâtürîdîlik için şöyle demektedir “İslam harsının Türk muakalesinden süzülmüş ve İslam esaslarının Türkler tarafından işlenmiş din fikriyatına müstenid resmi mezheptir.”
10. Vefatı
Mâtürîdî 333/944 yılında Semerkant’ta vefat etti. Yaklaşık yüz yıl yaşadığı düşünülen Mâtürîdî, Semerkant’ın meşhur Çâkerdîze Mezarlığına defnedildi. 1920 senesinde Semerkant’a yaptığı seyahatinde Barthold bu mezarı gördüğünü kaydeder. Ancak türbe Sovyetler Birliği döneminde iskana açılmış ve mezarlık bir evin bahçesinde kalmıştır. 1991 senesinde Semerkant’ı ziyaret eden bir grup Türk ilim adamı türbenin üzerinin betonla kapatıldığını, böylelikle tamamen ortadan kaldırıldığını ifade etmiştir. 2000 yılında Mâtürîdî için yeni bir türbe ve türbenin etrafına bir külliye inşa edilmiştir. Bugün türbesi Semerkant’tın Siyab ilçesinde İkinci Şark Mahallesi Gucduvân Sokağında yer almaktadır. Ömrünü ilme, İslam’a adamış büyük mütekellim ve imam Ebû Mansur el-Mâtürîdî’nin mezar taşına Hâkim es-Semerkandî şu anlamlı ibareyi yazmıştır;
[1] Kelâm ilmiyle uğraşan alim, kelâmcı.
[2] Dirayet Tefsiri: “Müfessirin yalnızca rivâyetlere bağlı kalmayıp dil, edebiyat ve çeşitli ilimler yanında kendi bilgi birikimi ve re’yine dayanarak yaptığı tefsirdir.”