Hz. Ali… Asırlar boyunca dini düşüncede, edebiyatta, sanatta inanılmaz etki bırakmış bir şahsiyet. Asırlardır bitmek tükenmek bilmeyen tartışmaların odak noktasında bir isim. Aynı zamanda Allah Rasûlü’nün amcasının oğlu, damadı, torunlarının babası, ehl-i beyti. Hakkında kaleme alınan onlarca menkıbe, hikâye, destan onun gerçek yaşantısı ve kişiliğine gölge düşürse de onun tarihi şahsiyetini öğrenmeye bugün belki de her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu yüzden İslam Tarihine damgasını vurmuş bu büyük ismi, sahabi efendimizi hep beraber tanıyalım istedik. Burada Ali b. Ebî Talib’i tarihi bir şahsiyet olarak sizlere anlatmaya çalıştık. Keyifli okumalar dileriz…
İçindekiler
1. Doğumu-Nesebi
Hz. Ali bi’setten dokuz veya on yıl önce, miladi 599-600 yıllarında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Babası Hz. Muhammed’in amcası, Mekke’nin en saygın şahsiyetlerinden biri olan Ebû Talib, annesi Ebû Talib’in amcasının kızı olan Fatıma bint Esed’dir. Doğduğunda annesi ona Haydar, babası Ali ismini vermiştir. Haydar isminin küçüklüğünde annesi tarafından kendisine verilen bir lakap olduğu da rivayet edilmektedir.
2. Rasûlullah’ın Himayesinde Büyüyen Bir Çocuk
Mekke’de Kâbe hakemliğinden bir yıl sonra şiddetli bir kuraklık baş göstermişti. Hz. Muhammed kalabalık bir aile efradı bulunan amcası Ebû Talib’in yükünü hafifletmek için Ali’yi himayesine aldı. Böylelikle Hz. Ali alemlerin efendisinin terbiyesinde büyümüş, onun dizinin dibinde bir çocukluk geçirmiştir. Beş veya altı yaşlarında Hz. Peygamber’in himayesine giren Hz. Ali’nin tam olarak kaç yaşında Allah Rasulü’nün yanından ayrıldığı belli değildir. Yaygın kanaat, hicrete kadar Hz. Peygamber’in himayesinde kaldığı şeklindedir, bununla birlikte bu sürecin Hz. Fatıma ile evliliğine kadar olduğu da zikredilmektedir. Çocukluğunu Hz. Peygamber ile geçiren Ali b. Ebî Talib, Allah Rasûlü’nün İslam davetinin de ilk muhataplarından olmuştur. Onun Müslüman olduğunda kaç yaşında olduğuna dair rivayetlerde farklı rakamlar bulunmakla birlikte, hâkim kanaat on veya on bir yaşlarında olduğudur. Hz. Ali’nin çocuklardan ilk Müslüman olduğu kesin olmakla beraber, Hz. Peygamber’e iman eden ilk kişi olduğu tartışmalıdır. Kaynaklarımızda Hz. Ali ve Ebû Bekir’in Müslüman olmasına dair farklı rivayetler söz konusu olduğu için bu konu Ehl-i Sünnet ve Şia arasında tartışılagelmiştir. Şii kaynaklar Hz. Ali’nin Allah Rasûlü’nün davetine katılan ilk kişi olduğunu iddia etmektedir. Hz. Ali’nin ilk Müslüman olup, olmadığını net değilse de şurası kesindir ki Hz. Ali çocuklardan Müslüman olanların ilkidir.
3. Allah’ın Elçisi Uğruna Canından Geçen Bir Yiğit
Hz. Ali’nin Peygamber (s.a.v.)’e olan sevgisi, muhabbeti o kadar büyüktü ki onun uğruna hiç düşünmeden canından vazgeçebilmişti. Müşriklerin eza ve cefaları artıp, İslam Mekke’de yaşanmaz bir hal alınca Hz. Peygamber’in emri doğrultusunda Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başlamışlardı. Ancak müşrikler Müslümanların Medine’de güçlenmesinden endişe duyuyor, onları alıkoymaya çalışıyorlardı. Bu sebeple İslam’ı tamamen ortadan kaldırma gayesiyle Hz. Muhammed’i öldürme kararı aldılar. Çeşitli kabilelerden bir grup müşrik Hz. Peygamber’in evinin etrafını saracak ve Hz. Muhammed evinden çıktığında onu öldüreceklerdi. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) planlarını öğrenince müşrikleri şaşırtmak için yatağına Hz. Ali’yi yatırma kararı aldı. Hz. Ali’ye bu teklifi yapınca Ali (r.a.) hiç tereddüt etmeksizin alemlerin efendisi için korkusuzca bu teklifi kabul etti ve onun emrini yerine getirdi. Gerçekten de Hz. Ali’nin bu cesur hareketi Allah Rasûlü’nü canını feda edecek kadar çok sevdiğini açıkça gösteriyordu. Zira Hz. Peygamber’in canına kastetmeye gelen müşrikler Hz. Ali’yi de öldürebilirlerdi. Ancak Ali(r.a.) bir an bile düşünmeden en sevgili uğruna canını ortaya koymaya hazırdı.
Hz. Ali Mekke’de Allah Rasûlü’nün kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine ulaştırdıktan sonra Medine’ye doğru yola çıktı. Kuba köyünde Hz. Peygamber’e yetişen Hz. Ali, Allah Rasûlü’nün kaldığı evde birkaç gün konakladıktan sonra Medine’ye ulaştı. Medine’ye hicretle birlikte Allah Rasûlü bazı icraatlar da bulundu ki bunlardan biri de Ensar ile Muhacirin arasında gerçekleştirdiği muahat yani kardeşlikti. Rivayete göre Hz. Peygamber herkesi birisiyle kardeşleştirmiş, yalnız Hz. Ali kalmış ve gözleri yaşlı bir şekilde Allah Rasûlü’nün huzuruna çıkmıştı, bunun üzerine Hz. Peygamber onu kendisiyle kardeş ilan ederek onurlandırmıştır.
4. Hz. Fatıma ile Evlenmesi
Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan, Allah Rasûlü’nün himayesinde çocukluğunu geçiren Hz. Ali aynı zamanda alemler sultanının damadı olma şerefine de nail olmuştur. Medine’ye hicretten sonra Ali b. Ebî Talib Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’yı istemiştir.
Rivayetlere göre Ali (r.a.) Hz. Fatıma’yı istemek için Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelince çok heyecanlanmış, tek kelime edememiş, Allah Rasûlü’nün niyetini anlayıp, Fatıma için mi geldin suali üzerine evet diyebilmiştir. Hz. Peygamber daha önce Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer gibi ashabın ileri gelenlerinden kimseler kızı Fatıma’yı istemiş olmasına rağmen olumlu cevap vermemiş, ancak Hz. Ali’nin teklifini kabul etmişti. Bu noktada bazı rivayetlerde bu evliliğin ilahi bir iradeye dayandığı geçmektedir ki, muhtemelen bu durum Şia’nın Hz. Ali ve Fatıma’nın evliliğini kutsallaştırma isteği ve ehl-i sünnetin ehl-i beyt sevgisiyle alakalıdır. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın evlilik tarihiyle alakalı farklı rivayetler mevcuttur. Hicretten iki veya beş ay sonra olduğunu söyleyen rivayetlerin yanında hicretin ikinci veya üçüncü senesi şeklinde ifadeler de vardır. Kesin olan evliliğin Medine’ye hicretten sonra gerçekleştiğidir. Hz. Ali (r.a.) Hz. Fatıma hayatta olduğu müddetçe başka birisiyle evlenmemiş, Fatıma (r.a.) vefat ettikten sonra ise çeşitli evlilikler yapmıştır. Hz. Fatıma ile Hasan, Hüseyin, Muhassin isimli oğulları ve Zeyneb, Ümmü Gülsüm adlı iki kızları olmuştur.
5. Kahraman Bir Mücahid
Hz. Ali hicretin ikinci yılında Müslümanlara savaş izninin verilmesiyle birlikte gaza meydanlarında dillere destan kahramanlığını, cesaretini sergilemeye başlamıştır. O, Tebük hariç Bedir, Uhud, Hendek başta olmak üzere Hz. Peygamber’in bütün gazvelerine katılmış, birkaç seriyyede de kumandanlık yapmıştır. Onun savaşlardaki kahramanlıkları zihinlerde öyle bir etki yaratmıştır ki asırlar boyu menkıbelere konu olmuş, dilden dile dolaşmıştır. Elbette destanlarda, menkıbelerde birtakım gerçekdışı anlatımların olduğu muhakkaktır, ancak gerçek olan, Hz. Ali’nin dini İslam uğruna cengaverce çarpışan bir mücahid olduğudur. Yahudilere karşı yapılan Hayber kuşatmasında Hz. Ali büyük bir kahramanlık göstermiş, demir bir kapıyı kalkan olarak kullanmış, yiğitçe çarpışarak, Hayber fethinin tamamlanmasını sağlamıştır. Hayber’in fethi esnasında söylediği dizeler onun kahraman bir savaşçı olduğunu açıkça göstermektedir.
Anam doğduğum vakit bana Haydar (aslan) adını vermiştir
Ben sizi kılıcımla çok hassas bir şekilde ölçerim
Ben saldırısı şiddetli olan aslanların aslanıyım
6. İdarî Görevleri
Hz. Ali, Allah Rasûlü zamanında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Bunlardan biri Hz. Peygamber’in onu Yemen bölgesine göndermesidir ki başta yaşının gençliği dolayısıyla Ali b. Ebî Talib bu görevden çekinmiş, ancak onun kaza işlerindeki yeteneğini fark eden Allah Rasûlü onu cesaretlendirmiştir. Zira Hz. Peygamber bir görev verirken liyakate önem vermekteydi. Hz. Ali Yemen’de hukuki işlerle ilgilenmiş ve görevini layıkıyla yerine getirmiştir. Bunun dışında Mekke’nin fethinden sonra Evs, Hazrec, Tay kabilesinin putları ve Kabe’de bulunan putları imha etme görevi de Hz. Ali’ye verilmiştir. Okuma yazmayı bilen Ali b.Ebî Talib Rasûlullah’ın vahiy katipliğini de yapmıştır. Aynı zamanda Allah Rasûlü genellikle ahidname ve antlaşma metinlerini de Hz. Ali’ye yazdırmıştır. Hudeybiye Antlaşmasını da Hz. Ali yazmıştır.
7. Lakapları
Hz. Ali’nin künyesi büyük oğlu Hasan’a nispetle Ebu’l Hasan idi. Bunun dışında Hz. Peygamber tarafından kendisine Ebu Turab (Toprağın babası) lakabı verilmiştir. Allah Rasûlü’nün ona bu lakabı vermesine dair çeşitli rivayetler zikredilmektedir. Bunlardan biri, bir gazvede Ali ve Ammar’ı uyurken gören Hz. Peygamber’in onları uyarmak için yanlarına gittiğinde Hz. Ali’yi toprağa bulanmış vaziyette görmesi ve bunun üzerine “Kalk, Ya Eba Turab! (Toprağın babası)” şeklinde ona seslenmesidir. Ebû Turab dışında el- Murteza ve Esedullahi’l-Galib de Hz. Ali’ye nispet edilen lakaplardandır. Murtaza Allah’ın razı olduğu kişi manasına gelir ki, muhtemelen Hz. Peygamber’in Hayber kuşatmasında “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah onu sever, o da Allah’ı sever.” sözlerinden sonra kendisine verilmiştir. Esedullahi’l- Galib ise savaşlardaki cesareti, yiğitliği sebebiyle kendisine nispet edilmiştir. Aynı zamanda Hz. Ali çocukken dahi puta tapmadığı için daha sonraları “Kerramallahu vecheh” (Allah onun yüzünü şereflendirsin) duasıyla anılmıştır.
8. Şahsiyeti
Hz. Ali ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli, iri siyah gözlü, güzel yüzlüydü. Gülümserken dişleri görünürdü. Onun en belirgin özelliği savaşçı karakteri ve cesaretiydi. O kadar ki oğulları Hasan, Hüseyin ve Muhassin için Harb ismini koymayı düşünmüş, ancak kayınpederi Hz. Peygamber izin vermemişti. Ali b. Ebî Talib’in doğruları uygulama noktasında asla taviz vermeyen bir kişiliğe sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Nitekim Hz. Osman’ın halifeliği döneminde Velid b. Ukbe’ye verilen kırbaç cezasını hiç kimse icra etmek istememiş, ancak Hz. Ali hiç çekinmeden hukukun gereğini yerine getirmiştir. Bununla birlikte Hz. Ali son derece duygusal, bazen fevri, hassas, alıngan bir karaktere sahiptir. Zira Tebük Seferinde Hz. Peygamber Ali (r.a.)’yi Medine’de vekil olarak bırakmış, Hz. Ali’nin duygusal yönünü bilen münafıklar da Hz. Peygamber’in Ali’yi savaşın zorluğundan dolayı yanında götürmediği dedikodularını çıkarmışlardı. Bu dedikodular Hz. Ali’nin kulağına gelince derhal Hz. Peygamber’e yetişmiş, kendisi hakkında söylenenleri ona bildirmişti. Allah Rasûlü’nün onu teskin etmesiyle Medine’ye geri dönmüştü. Yine Hudeybiye Antlaşması’nda müşriklerin metinde geçen “Muhammed Rasulullah” ifadesini silmesini istemeleri üzerine Ali (r.a.) bu ifadeyi silmeyeceğini söylemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber bizzat kendisi ifadeyi silmişti. Örneklerden görüldüğü üzere Ali (r.a.) son derece mert, yiğit, korkusuz bir savaşçı olmasının yanında hassas, kırılgan bir yapıya da sahipti.
9. Hilafete Gelmesi
Hz. Peygamber kendisinden sonra Müslümanların idaresi için herhangi bir isim zikretmemiş, bir vasiyette bulunmamıştır. Bu sebeple Allah Rasûlü’nün vefatı üzerine Müslümanların içine düştüğü ilk problem başa kimin geçeceği meselesi olmuştur. Hz. Ali Allah Rasûlü’nün vasiyeti üzerine birkaç akrabasıyla beraber cenazenin yıkanmasıyla meşgul bulunurken, Ensar ve Muhacirlerin bulunduğu bir grup Beni Saide gölgeliğinde Hz. Ebu Bekir’i halife olarak belirlemişlerdi. Hz. Ali Hz. Ebû Bekir’in halife ilan edildiğini öğrendiğinde kendisine danışılmamasından dolayı bir kırgınlık yaşamış ve biatını bir süre geciktirmişti. Bu noktada kaynaklarda farklı rivayetler yer almakla birlikte hâkim kanaat, Hz. Fatıma’nın vefatının ardından altı ay kadar sonra biat ettiği şeklindedir. Hz. Ali’nin hilafet meselesinde kendisinin devre dışı bırakılmasına karşı kırgınlığının yanında Haşimoğulları da Hz. Peygamber’e yakınlığı dolayısıyla Hz. Ali’nin halife seçilmesini beklemekteydiler. Esasında Hz. Ali halife olarak seçilen kişiden ziyade seçilme biçimine karşı bir kırgınlık yaşamıştı. Hz. Ali gerek Hz. Ebû Bekir gerek diğer iki halife döneminde herhangi bir siyasi görev üstlenmemiş, daha ziyade Medine’de dini ilimlerle iştigal etmiştir. Üçüncü İslam halifesi Hz. Osman’ın isyancılar tarafından şehit edilmesi üzerine, Müslümanları yeniden halife seçme telaşı sarmıştır. Bu sırada asiler Hz. Ali’ye hilafeti teklif etmişler, Hz. Ali önce reddetmesine rağmen, asilerin baskıları neticesinde kabul etmek zorunda kalmıştır. Hz. Ali’nin hilafete gelişiyle birlikte onu bekleyen ilk problem sabık halife Hz. Osman’ın katilleri olmuştur. Halife Ali’den Hz. Osman’ın katillerini bulup, cezalandırması istenmiştir, ancak Hz. Osman (r.a.)’ı katleden belli bir isimden ziyade “Osman’ı hepimiz öldürdük” diyen bir asiler topluluğu vardı. Diğer yandan Hz. Ali’nin hilafeti yalnızca Medine’de kabul görmüştü.
Hz. Ömer döneminden itibaren Şam valiliğinde bulunan Muaviye b. Ebi Süfyan Osman’ın katillerini öne sürerek Hz. Ali’ye biat etmiyordu. Diğer tarafta Hz. Ali’nin karşısında bulunan Hz. Aişe ve daha sonra onun safına katılan Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam vardı. Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr’in başını çektiği zümre ile karşılıklı her türlü görüşme yapılmış olmasına rağmen, Hz. Aişe’nin önderliğindeki muhalif grup Hz. Ali’nin hilafet ordusuyla Basra yakınlarındaki Huraybe mevkiinde karşı karşıya geldi ve tarihe Cemel Vakası olarak geçen hadise vuku buldu. Cemel Vakası sonucunda Hz. Ali tarafı galip geldi, Hz. Aişe ve beraberindekiler geri çekilmek zorunda kaldı. Halife Ali Basra’daki muhaliflerini bertaraf ettikten sonra Şam’daki Muaviye’ye yöneldi, onu yeniden kendisine biate çağırdı. Ancak Muaviye’nin biate yanaşmaması üzerine Sıffin’de Muaviye ordusuyla savaş pozisyonu alındı.
Hz. Ali ordusunun savaşı galibiyetle tamamlamak üzere olduğu anda Muaviye tarafından Amr b. el-As’ın teklifiyle Kur’an’ın hakemliğine başvurulma kararı alındı. Şam ordusu mızraklarının ucuna Kur’an-ı Kerim mushaflarını takarak, Hz. Ali tarafına Kur’an’ın aralarında hakem olması teklifinde bulundular. Halife Ali durumu Şamlıların bir oyunu olarak değerlendirmesine rağmen, ordusundaki askerin ısrarı üzerine hakemlik teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Bu durum Hz. Ali’nin ordusunun içinde daha sonra Hariciler olarak adlandırılacak olan yeni bir muhalif grubun ortaya çıkmasına sebep oldu. Zira Hariciler “Lâ Hükme İlla Lillah” (Hüküm ancak Allah’a aittir.) ayetini öne sürerek hakem olayına karşı çıkmış ve tahkimi kabul eden Hz. Ali’nin yanından ayrılmışlardı. Hz. Ali tarafından Ebû Musa el-Eş’ari’nin, Muaviye tarafından da Amr b. el-As’ın hakem tayin edildiği toplantıda Amr b. el-As’ın Muaviye’yi halife ilan etmesi, hilafet meselesi çıkmaza götürmüş, bir tarafta Hz. Ali’ye biat edenler, diğer yanda Muaviye’yi halife olarak görenler şeklinde ikili bir iktidarın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hakem olayından sonra Hz. Ali her ne kadar Muaviye’yle mücadele etmek istedi ise de Iraklıların isteksiz tavırları karşısında harekete geçmesi mümkün olmamıştır.
10. Vefatı
Hariciler Hakem olayının ardından hilafet ordusundan ayrılarak, Harura bölgesine yönelmişler, orada toplanmışlardır. “Hüküm ancak Allah’a aittir” sloganıyla yola çıkan Hariciler, Hz. Ali’nin batıl yolda olduğunu düşünmekteydiler. Onların bu tavırları karşısında Hz. Ali defaatle onları kendisine biate çağırmış, durumu izah etmeye çalışmıştır. Ancak Hariciler ısrarla geri adım atmamışlardır. Haricilerin terör faaliyetlerinde bulunmaları üzerine, Nahrevan’da Haricilerle karşı karşıya gelinmiş, yapılan çatışma pek çok Haricinin öldürülmesine ve Hariciler arasında Hz. Ali’ye karşı büyük bir nefretin oluşmasına sebep olmuştur. Netice olarak Hariciler, ümmetin bu hale gelmesine sebep olduğunu düşündükleri Hz. Ali, Muaviye ve Amr b. el- As’a karşı bir suikast planı kurmuşlardır. Buna göre Hz. Ali’yi Abdurrahman b. Mülcem’in öldürmesine karar vermişlerdir. Hz. Ali sabah namazına insanları davet etmek için mescidin bahçesine çıktığı sırada İbn Mülcem zehirli bir hançerle İslam’ın dördüncü halifesi Ali b. Ebî Talib’i yaralamış, aldığı yaranın tesiriyle iki gün sonra 19 veya 21 Ramazan 40’ta (26 veya 28 Ocak 661)’de vefat etmiştir.
Hz. Ali Hariciler ve Muaviye taraflarından çekinildiği için oğulları tarafından gece vakti gizlice toprağı verilmiş, defnedildiği yer insanlardan gizli tutulmuştur. Muaviye b. Ebî Süfyan ve Haricilerin zarar vereceği endişesiyle Abbasiler dönemine kadar mezar yeri belirsiz kalmıştır. Abbasiler döneminde mezarın Necef’te bugünkü yerinde olduğu tespit edilmiş, halife Cafer b. Mansûr veya Hârûnreşîd döneminde ilk türbe inşa edilmiştir. Tarihi süreçte türbeye çeşitli eklemeler yapılmış, zamanla Meşhed-i Ali olarak anılmaya başlamış ve İslam dünyasının önemli bir ziyaret mahalli haline gelmiştir. Bugün Hz. Ali’nin mezar yeri hususunda biri Irak diğeri İran kaynaklı iki düşünce hakimdir. Irak geleneğine göre Hz. Ali’nin mezarı bugünkü Irak’ın sınırları içerisinde bulunan Necef’te, İran geleneğine göre ise Afganistan sınırları içerisindeki Mezar-ı Şerif’tedir.
Kaynakça
- Kaplan, S., 2007. Hz. Peygamber Döneminde Siyasî, Sosyal ve Askerî Konumuyla Hz. Ali.
- Konya: Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007.
- Şenyayla, G., 2017. Hayatı ve İlk Dönem İslâm Toplumundaki Yeri Açısından Hz. Ali. Konya:
- Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
- Fığlalı, E. R. Ali. TDV İslâm Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/ali#1 Erişim Tarihi: 24.05.2023