Hz. Ömer denilince muhtemelen hepimizin aklına ilk olarak “adalet” gelir. Gerçekten de o, dünya tarihine adaletle özdeşleşmiş eşine ender rastlanılan bir yönetici olarak geçmiştir. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy da onun adil kişiliğini, örnek şahsiyetini şu dizelerle ifade etmiştir.
Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilâhî Ömer’den sorar onu.
Peki bize çağlar boyunca ideal yönetim anlayışıyla, adil kişiliğiyle insanlığa örnek olmuş, Hz. Peygamber’in dostu, can yoldaşı, kayınpederi olan Hz. Ömer efendimizi acaba gerçekten tanıyor muyuz ya da ne kadar tanıyoruz? Eğer sorunun cevabını merak ediyorsanız sizi aşağıdaki yazıyı okumaya davet ediyoruz. Keyifli okumalar…
İçindekiler
1.Doğumu, Gençliği, Müslüman Olmadan Önceki Hayatı
Bir rivayete göre Fil Vak‘ası’ndan on üç yıl sonra bir başka rivayette ise, Büyük (Dördüncü) Ficâr Savaşı’nın akabinde Mekke’de dünyaya gelmiştir. Baba tarafından Câhiliye döneminde sefâret işlerine bakan Kureyş kabilesinin Adî koluna mensuptur. Nesebi Kâ‘b b. Lüey’de Hz. Peygamberle birleşir. Annesi Mahzûm kabilesinden Hanteme bint. Hâşim’dir. Dedesi Nevfel, Kureyş kabileleri arasında meydana gelen anlaşmazlıkların çözümünde yetkili bir kimse idi. Babası Hattab da Kureyş’in ileri gelenlerindendi.
Ömer b. Hattab’ın Müslüman olmadan önceki hayatında içkiye ve kadına çok düşkün olduğu bilinmektedir. Bununla beraber Onun pehlivan bir yapıya sahip olduğu iyi ata bindiği, iyi silah kullandığı, güreşle ve sporla ilgilendiği kaynaklarımızda yer alan bilgiler arasındadır. Ukaz Panayırında defalarca güreş şampiyonu olmuştur.
Hitâbetteki üstünlüğünün yanında şiire de meraklı olan Hz. Ömer, ensâb bilgisine de sahipti. Aynı zamanda okuma-yazmanın yaygın olmadığı Mekke toplumda okuma-yazma bilen bir kişiydi. Geçimini temin için ticaretle ilgilenen Hz. Ömer, kabilesinin uhdesinde bulunan diplomatik işlerle de iştigal etmekteydi.
2. Müslüman Oluşu
Bi’setin 6. yılında Müslüman olan Hz. Ömer öncesinde diğer Kureyşli müşrikler gibi İslam’ın karşısında yer alan, bilhassa kendi kabilesinde olan Müslümanlara eziyet eden bir kimse idi. Kaynaklarımızda onun Müslüman olan cariyesini dövdüğü zikredilmektedir. Ömer b. Hattab’ın Müslüman oluşuyla alakalı iki rivayet söz konusudur.
Rivayete göre, İslam’ın Mekke’de git gide yayıldığını gören ve durumdan rahatsız olan müşrikler Darun-Nedve’de toplanmış, Hz. Peygamber’i öldürmeye karar vermişlerdi. O sırada İslam’ın açık düşmanlarından olan Hattab’ın oğlu Ömer cesaretle öne atılarak, Allah Rasulü’nü öldürme görevini üstlenmiş, kılıcını alarak yola koyulmuştu. Yolda Müslüman olan Nuaym b. Abdullah’la karşılaşınca, Nuaym ona nereye gittiğini sormuş, Hz. Ömer Muhammed’i öldürmeye gittiğini söyleyince Nuaym onu geri çevirmek için kız kardeşinin de Müslüman olduğunu, önce kendi ailesine sahip çıkması gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer doğruca kız kardeşinin evinin yolunu tutmuştur.
Kız kardeşi Fatıma Ömer’in geldiğini anlayınca yanlarında bulunan Habbab b. Eret’in saklanmasını söylemiş, kendisi de Kur’an-ı Kerim sahifelerini gizlemiştir. Ancak Ömer Kur’an-ı Kerim okuduklarını fark etmiş ve öfkeyle kardeşine bağırmaya başlamış ve Müslüman olduklarından haberi olduğunu söyleyerek, elindeki kâğıt parçalarını kendisine vermesini istemiş ve ardından kız kardeşiyle eniştesini dövmüştür. Kardeşi Fatıma ise ne yaparsa yapsın İslam’dan dönmeyeceklerini, bu uğurda canlarını vermeye dahi hazır olduklarını açıkça kardeşinin yüzüne vurmuştur.
Bunun üzerine Ömer kardeşi Fatıma’dan okudukları sahifeleri kendisine vermesini istemiş, Taha suresinin insanı lâl eden ayet-i kerimelerini okuduğu vakit Habbab b. Eret’i çağırmış ve Hz. Peygamber’in yanına gitmek istediğini söylemiştir. O sırada Daru’l Erkam’da bulunan Hz. Peygamber’in huzuruna giderek, kelime-i şehadet getirmiş ve Müslüman olmuştur. Böylelikle Hz. Peygamber’i öldürmek için yola çıkmış olan Ömer b. Hattab Ömerü’l Faruk (Doğruyu yanlıştan ayıran) olarak geri dönmüş, onun İslam’a girmesiyle Müslümanlar ilk kez Kabe’de toplu olarak namaz kılmışlardır.
Esasında Hz. Ömer’in Müslüman oluşu denilince akla gelen daha çok bu rivayet olmuştur. Bununla beraber onun Müslüman olmasına dair bir rivayet daha vardır ki, o da şu şekildedir; Hz. Ömer bir gece şarap içmek için içki arkadaşlarını aramış, kimseyi bulamayınca tek başına Kabe’ye gitmiş, Hz. Peygamber’in orada namaz kıldığını görünce, Kabe’nin örtüsünün altına saklanarak, Allah Rasûlü’ne yaklaşmış ve Hâkka sûresinin 41-46. ayet-i kerimelerini işitince Müslüman olmaya karar vererek Hz. Peygamber’i takip etmiştir. Hz. Peygamber onu fark edip, neden yanında olduğunu sorunca Müslüman olmak için geldiğini söylemiş, bunun üzerine Allah Rasûlü “Ey Ömer Allah sana hidayet nasip etti.” diyerek sırtını sıvazlamış ve onun için dua etmiştir.
3. Fârûk Lakabı
Hz. Ömer Ömerü’l Fârûk lakabıyla meşhur olmuş bir sahabidir. Ona bu lakabın niçin ve kim tarafından verildiği konusunda kaynaklarımızda farklı bilgiler mevcuttur. Fârûk lakabını ona Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber’in verdiğini söyleyen rivayetler vardır. Hz. Ömer Müslüman olunca Allah Rasûlü’ne dini gizli saklı yaşamamaları gerektiğini söylemiş ve Müslümanlar toplu halde Kâbe’ye giderek açıktan namaz kılmışlardır. Müşrikler bu durumdan son derece etkilenmişler, bunun üzerine Hz. Peygamber ona Hak ile batılı ayıran manasında Fârûk lakabını vermiştir.
Hz. Ömer’e Fârûk lakabını Ehl-i Kitabın verdiğini söyleyen rivayetler de söz konusudur. Bazı rivayetlerde ise bu lakabı ona Allahu Teala’nın veya Cibril(a.s.)’in verdiği zikredilmektedir. Rivayete göre bir Yahudi ile münafık ihtilafa düştükleri bir hususta Allah Rasûlü’ne başvurmuşlar, Allah Rasûlü Yahudi lehine hüküm verince, münafık bir de Hz. Ömer’e gitmek istemiş. Bunun üzerine Hz. Ömer münafığın öldürülmesine karar verince Nisa Sûresi 60. ayet nazil olmuş ve Cebrâil (a.s.) Hz. Ömer’i Fârûk lakabıyla isimlendirmiştir.
4. Sert Mizacı
Hz. Ömer sert bir mizaca sahipti. Hz. Ebû Bekir’in yumuşak fıtratının aksine o olaylar karşısında sert tavırlarda bulunurdu. Nitekim Hz. Peygamber de bu durumu
Ümmetimin içinde ümmetime en merhametlisi Ebû Bekir, Allah’ın emri konusunda en şiddetlisi Ömer’dir.
buyurarak ortaya koymuştur. Hz. Ömer başta Müslümanların aleyhine olduğu düşünülen Hudeybiye Antlaşması neticesinde sert tabiatını göstermiş, duruma sinirlenerek Hz. Peygamber’e itiraz etmiştir. Yolda Fetih sûresinin inzal olmasıyla beraber Hz. Ebû Bekir onu teskin etmiştir. Yine Allah Rasûlü’nün vefat haberinde de Hz. Ömer benzer bir tavır sergilemiş, Hz. Peygamber’in öldüğünü söyleyenlere sinirlenerek bir rivayete göre Allah Rasûlü öldü diyenin boynunu kılıcıyla vuracağını söylemiştir.
5. Hz. Ebû Bekir’in Müşaviri
Hz. Peygamber’in vefatından sonra kendilerini yönetecek lideri belirlemek için ensarın bir araya geldiği Sakîfe toplantısında Hz. Ömer halife olarak Hz. Ebû Bekir’in uygun olacağını söylemiş ve ona ilk biat eden kişi olmuştu. Hz. Ebû Bekir’in hilafeti boyunca da yönetimle alakalı pek çok konuda etkin bir rol oynadı.
Nitekim dinden dönen ve zekât vermek istemeyenlere karşı savaş açmaya karar veren halife Ebû Bekir’e zekât vermeyenlerle savaşmanın doğru olmayacağını söyleyerek, bu konuda İslam toplumunda iki taraflı tartışmayı başlatan isim oldu. Müseylime el-Kezzâb’la yapılan savaşta pek çok hafız Müslümanın şehit düşmesinin ardından Kur’an-ı Kerim’in muhafazası hususunda endişelenerek, halifeyi Kur’an-ı Kerim’in tek bir mushaf halinde bir araya getirilmesi noktasında ikna etti.
Yalancı peygamberlerden olan Tuleyha b. Huveylid’le yapılacak savaşta ordunun başında bulunmayı planlayan Hz. Ebû Bekir’i kararından vazgeçirdi ve ordunun başına Halid b. Velid’in geçmesini sağladı. Halifelikle birlikte ticaret yapmaya da devam etmeyi düşünen Hz. Ebû Bekir’i bu kararından vazgeçirerek, beytülmâlden kendisine maaş bağlatan da Hz. Ömer oldu. Bütün bunların yanında Hz. Ömer Ebû Bekir (r.a.) zamanında kaza işlerinin başında da yer almıştır.
Halife Ebû Bekir başkent Medine’den ayrıldığı zamanlarda kendisine vekâlet etmiş, hicretin 11. yılı Hz. Ebû Bekir tarafından hac emiri tayin edilmiştir. Halife hastalanıp, namaz kıldıramayacak hale geldiğinde de namazları kıldırmakla görevlendirilmiştir. Hz. Ebû Bekir hastalandığında kendisinden sonra halife olarak Hz. Ömer’e biat etmeleri hususunda Abdurrahman b. Avf, Saîd b. Zeyd, Osman b. Affân ve Üseyd b. Hudayr gibi bazı sahabîlerle istişarede bulundu. Abdurrahman b. Avf gibi bazı sahabîler Hz. Ömer’in sert mizacından dolayı endişeli olduklarını belirttiler. Ancak netice olarak Hz. Ebû Bekir halkın da görüşüne başvurduktan sonra Hz. Ömer’i halefi olarak tayin etti.
6. Örnek Bir Yönetici
Hz. Ömer on yıllık hilafet müddeti boyunca tarihte eşine ender rastlanılan bir yönetim sergilemiş, kendisinden sonra gelen halifeler için iyi bir model teşkil etmiştir. Onun döneminde son derece geniş sınırlara ulaşılmasına rağmen toplumda çok az problemle karşılaşılması, yönetim konusundaki maharetini ispatlar niteliktedir. Kur’an-ı Kerim’in öğretilerini en güzel şekilde kavramış ve hayatına tatbik etmek için çalışmış olan Hz. Ömer, devlet idaresinde de Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket etmiştir.
O Müslümanların yöneticisi olmayı kendisine tanınan bir ayrıcalık olarak görmemiş, hilafeti menfaat aracı olarak kullanmaya asla tenezzül etmemiştir. Son derece geniş bir coğrafyaya hâkim olan İslam devletinin yöneticisi gibi değil de sıradan bir Kureyşli gibi yaşamayı tercih etmiştir. Çoğu zaman toplumda onun halife olduğu anlaşılmamıştır. Halkını sorumlu tuttuğu hususları önce kendi nefsine ve aile efradına emretmiş, bu konuda asla taviz vermemiştir. Nitekim onun halka bir konuda yasak getirmek istediğinde ailesinin yanına giderek, şöyle dediği rivayet olunmaktadır:
Hiçbirinizin yasakladığım bir şeyin içine düştüğünü asla bilmeyeyim. Aksi takdirde onun cezasını kat kat arttırırım.
Devletin malını yetim malına benzeterek büyük bir özenle korumuş, kendi akrabalarına hazineden herhangi bir ayrıcalık tanımamıştır. Hz. Ömer deyince hiç şüphesiz akla ilk gelen kavram adalet olmuştur. O hilafeti boyunca adaletle hükmetmiş, çağlar boyunca isminden önce adalet anıla gelmiş, adeta adaletle özdeşleşmiştir.
Adil kişiliğiyle ön plana çıkmış olan Hz. Ömer’in bu özelliği mü’minlerin annesi Hz. Âişe’nin “Ömer anılınca adalet anılmış olur.” sözünde açıkça görülmektedir. Hz. Ömer zengin, fakir, güçlü, güçsüz, köle, hür, kadın, erkek ayırt etmeksizin herkese eşit mesafede yaklaştığı örnek bir yönetim sergilemiştir. Hiçbir şekilde adam kayırmacılığa başvurmayan Ömer b. Hattab yönetimde liyakati esas almıştır. Oğlu Abdullah’ı halife olarak belirlemesi tavsiyesini ehil olmadığı gerekçesiyle reddetmesi, onun liyakat konusundaki hassasiyetinin boyutunu göstermektedir.
Hz. Ömer yönetimde teftişe de büyük önem vermiş, eyaletlere atadığı valileri bölge halkı aracılığıyla kontrol etmiştir. Yılın belli zamanlarında başkent Medine’de valileri toplayarak, halka iyi davranmaları hususunda onlara nasihat etmiş, halkın herhangi bir haksızlığa uğramasını engellemek için rahatsız oldukları durumlar karşısında bizzat kendisine gelebilecekleri taahhüdünü vermiştir. Adeta bir adalet timsali olan Ömer b. Hattab, yönetimi altındakilerden kendi hatalarını da dile getirmelerini istemiş ve Mescid-i Nebevi’de kendisiyle ilgili şikayetleri dinlemiştir.
Halkının huzuru ve adaleti temin için çarşı, pazar ve sokakların kontrolünü gerçekleştirmiş, ihtiyaç sahiplerine bizzat kendi eliyle beytülmâlden erzak taşımış, gücünden fazla işle sorumlu tutulan kölelerin yükünü hafifletmiştir. Adaletiyle nam salmış emirül mü’minin Ömerü’l Fârûk yalnızca insanın hakkını vermekle yetinmemiş, topraklarındaki hayvanları dahi adaletinden mahrum etmemiş, hayvanlara fazla yük yükletilmesine müdahale etmiştir.
7. İlklerin Halifesi
Hz. Ömer dönemini İslam Tarihi açısından pek çok açıdan dönüm noktası olarak görmek yanlış olmayacaktır. Zira bu dönem, Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir dönemleriyle karşılaştırıldığında İslam toprakları hayli genişlemiştir. Allah Rasûlü’nün cihat anlayışını devam ettiren Hz. Ömer Hz. Ebû Bekir’in fetih politikası ekseninde dönemin iki süper gücü olan Bizans ve Sâsânîlere karşı ordularını harekete geçirmiştir. Sistemli bir şekilde İran topraklarında ilerleyen Müslümanlar başkent Medâin’i ele geçirmiş, hicri 21. yılda gerçekleşen “Fetihler Fethi” olarak şöhret bulmuş Nihavend Zaferiyle Sâsânîler’i bir daha ayağa kalkamayacak şekilde tarih sahnesinden silmişlerdir. Bizans topraklarında da fetihlere devam eden Müslümanlar Dımaşk, Humus, Kudüs gibi önemli şehirleri bu dönemde fethetmişlerdir.
Aynı zamanda Cezîre ve Mısır’da yine bu dönemde fetholunmuştur. Böylece İslam devleti sınırları son derece geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Devletin etnik- demografik yapısı çeşitlenmiş, gayri müslim unsurlar artmıştır. Tüm bu değişimleri gören Hz. Ömer birtakım düzenlemeler ortaya koymuştur. Bu bağlamda Hz. Ömer İslam Tarihinde pek çok konuda ilkleri (evâil) gerçekleştiren bir halifedir.
Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir dönemlerinde savaşlar neticesinde elde edilen mallar sahiplerine dağıtılarak, kolayca elden çıkmış oluyordu. Ancak Hz. Ömer döneminde yoğun fetihler akabinde elde edilen ganimetlerin sayısının oldukça artması, Hz. Ömer’i beytülmâl kurumunu tesis etmeye sevk etmiştir. Aynı zamanda bu dönem kurumsallaşmanın başladığı bir evre olmuştur.
Dünyanın pek çok önemli bölgesi Müslümanların hakimiyetine dahil olunca, Hz. Ömer ele geçirilen toprakları eski sahiplerine bırakmış ve onlardan “harac” adı verilen bir toprak vergisi almaya başlamıştır. Medine’de nüfusun artmasıyla Mescid-i Nebevi yeterli gelmemeye başlaması neticesinde Mescid-i Nebevi’yi genişletme adımları atılmış, aynı şekilde Mescid-i Haram’da etrafındaki evler istimlak edilerek genişletilmiştir. Hz. Ebû Bekir döneminde Hz. Peygamber’in halefi olarak Müslümanların yöneticisi anlamında Halîfetü Rasûlillah kullanılırken, ilk kez Hz. Ömer için Emirü’l Mü’minîn denilmeye başlanmıştır.
Yine Hz. Ömer devletin beytülmâlde toplanan gelirlerini Müslümanlara dağıtmak için divan teşkilatını kurmuştur. Bu döneme kadar adalet işleriyle halife veya valiler ilgilenmekteyken, Hz. Ömer ilk defa kadı tayininde bulunarak yargıyı yürütmeden ayırmıştır. Yine kaynaklarımızda İslam Tarihinin ilk hapishane uygulamasının da bu devirde olduğu geçmektedir. Hak ile batılı birbirinden ayırdığı düşünülerek hicretin başlangıç kabul edildiği hicri takvim uygulamasını hayata geçiren de Hz. Ömer olmuştur. Hz. Peygamber zamanında cemaat halinde kılınmamış olan teravih namazını da ilk kez Hz. Ömer Mescid-i Nebevi’de cemaatle kıldırmaya başlamıştır.
8. Muvâfakât-ı Ömer
Hz. Ömer bazı konularda henüz ayet-i kerime inmeden vahye muvafık görüşler ortaya koymuştur. Bir gün Hz. Peygamberle beraber Makâm-ı İbrahim’in olduğu yere gitmiş ve önemine binaen oranın insanların mağfiret dileyeceği bir yer olmasını arzu etmiştir. Allah Rasûlü’ne Makâm-ı İbrahim’in namazgâh olarak kullanılması hakkında sorunca, Hz. Peygamber ona böyle bir ayet-i kerimenin nazil olmadığını söylemiştir. Bunun üzerine Bakara sûresinin 125. ayet-i kerimesi nâzil olmuş ve Hz. İbrahim’in makamının bir namaz mahalli olarak kullanılması ayetle sabit olmuştur. Tıpkı bunun gibi çeşitli durumlarda Hz. Ömer henüz vahiy inmeden Allah’ın muradına uygun kanaatlerde bulunmuştur.
Bir hadis-i şerifte o, üç konu hakkında vahye uygun kanaat ortaya koyduğunu ifade etmektedir. Ancak onun üçten çok daha fazla hususta isabet ettiği şeklinde farklı rivayetlerde bulunmaktadır. Onun hadiste zikrettiği üç konu; yukarıda zikrettiğimiz Makam-ı İbrahim ile ilgili mesele, Peygamber’in eşleriyle perde arkasından konuşulması, Hz. Âişe ile kızı Hz. Hafsa’nın Hz. Peygamber’in aleyhine birleşmesidir. Bunun dışında Abdullah b. Übey b. Selûl’un cenaze namazının kılınmaması gerektiği, Bedir esirlerine karşı muamele, içkinin haram kılınması gibi durumlar da onun muvâfakât ettiği hususlardandır. Bu durum Hz. Ömer’in dinin öğretilerini, dinin özünü anlama noktasındaki ferasetini ortaya koyması açısından önemlidir.
9. Fıkıh İlminde Temâyüz Etmiş Bir Sahabi
Hz. Ömer Hz. Peygamber’in en yakın dostlarından olması, birçok yeniliğine öncülük etmiş, örnek bir halife olması yanında fıkıh bilgisiyle de temâyüz etmiş bir sahabidir. Şura meclislerinde isabetli görüşleriyle Hz. Peygamber’in dikkatini çekmiş olan Hz. Ömer’in, daha önce zikretmiş olduğumuz ayetlere muvâfakâtı, Hz. Ebû Bekir döneminde yargı işleriyle ilgilenmesi, yedi meşhur fakih sababiden biri olması gibi hususlar onun fıkıh hususundaki yetkinliğini ortaya koymaktadır. Hz. Ömer hüküm verirken önce Kur’an-ı Kerim’e, sonra sünnete, sonra re’ye başvurmuştur.
Kur’an- Kerim ve sünnette bulunmayan hükümler noktasında rey ile içtihad eden Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş‘ari’ye gönderdiği mektupta da onu da re’y ile içtihada teşvik etmiştir. Hz. Ömer Kur’an ve sünnette hüküm olmayan meselelerde re’ye başvurması sebebiyle rey ekolü, sahabe nesli müçtehidlerinden olması dolayısıyla da Ehl-i hadis için son derece önemli bir tesir bırakmıştır. Hz. Ebû Bekir ile fıkıh konusundaki yetkinliklerinden dolayı “şeyhayn” diye anılan Hz. Ömer ve Ebû Bekir (r.a.)’in görüşlerini bazı fakih sahabiler diğer sahabilerin görüşlerine tercih etmişlerken, fıkıh usulünde de Hz. Ebû Bekir ile görüşlerinin hüccet olup olmadığı üzerinde durulmuştur.
10. Vefatı
Hz. Ömer hicretin 23. yılında Basra valisi Muğire b. Şu‘be’nin mecûsi kölesi Ebû Lü’lü’e tarafından yaralanması sonucunda vefat etmiştir. Efendisiyle hürriyetini elde etmek için kazandığı paranın bir kısmını verme hususunda anlaşma yapan Ebû Lü’lü’e, Muğire’nin kendisinden aldığı ücretin fazla olduğunu düşünerek halifeye başvurdu. Ancak halife demircilik, marangozluk, nakkaşlık yaptığını öğrenince efendisine ödediği miktarın fazla olmadığına karar verdi. Bu karar üzerine Ebû Lü’lü’e ertesi gün sabah namazından sonra mü’minlerin emirini hançerle yaralamak suretiyle ölümüne sebep oldu. Hz. Ömer aldığı yara sebebiyle üç gün sonra vefat etti. Vefat etmeden önce oğlu Abdullah’ı Hz. Peygamber’in yanına defnedilmek için Hz. Âişe’nin yanına gönderdi. Mü’minlerin annesinin izni üzerine dârü’l bekâda da Allah Rasûlü’nün komşusu olma şerefine nail oldu.
Kaynaklar
- Ağırakça, Ahmet. Hz. Ömer. İstanbul: Beyan Yayınları, 2019.
- Sabuncu, Ömer. “Hz. Ömer Dönemi Kurumsallaşma Faaliyetleri”. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 39 (Haziran 2018), 135-154.
- Cide, Ömer. “Hz. Ömer’in Yönetim İlkeleri”. Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 4/7 (Aralık 2017), 141- 157.
- Siyer-i Nebi. “Muvafakât-ı Ömer”. Erişim 25 Aralık 2022.