İçindekiler
Hakikâtten Hikâyelenen Bi’ Âlim: Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh
Mezhebine uyan yüz binlerce Müslüman’ın ibadet ve amelinde söz hakkı olan İmam-ı Âzam Ebu Hanife (699 d.- 767 v.) bilinenin aksine yalnızca bir mezhep imamı ya da fıkıh âlimi değildir. O aynı zamanda döneminin mevcut yönetimindeki hatalara başkaldırmış, ehli beytin torunlarının birer birer idam edilmesine sessiz kalmamış, sultanların başkadılık tekliflerini reddetmiş, bunun neticesinde zindana atılıp işkence görmüş bir dava ehlidir. Birçok tarih, tabakat ve teracim kitaplarında yazılan bu hakikâtleri kütüphane raflarında tozlandırmayıp gündemimize almamız, Müslümanlar olarak ihtiyacımız olan diriliş enerjisini bize verecektir. Bir mezhebe bağlanırken o mezhebin imamına sadece namaz, zekât ve oruç gibi ibadetlerde değil; şuurda, kayıtsız, şartsız imanda, cesarette ve şehadete özlemde de uymak en mükellef ittibadır.
Bu düşünceden yola çıkarak Hanefi Mezhebinin İmam’ı Ebu Hanife’yi daha yakından tanımak, yaşamının ârifane örnekliğinden faydalanmak adına zindan günlerinden bir günü resmederek, onun şehadete giden âlim kimliğine bir nebze de olsa şahit olmak için kurgulanmış hikâyesini siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.
Not: Bu yazı, Ebu Hanife’nin tarih kitaplarında belirtilen yaşamından esinlenilerek kurgulanmıştır. İleri ve daha objektif okumalar yapmak isteyenler için yararlanılan kaynaklar hikâye sonundaki kaynakçada belirtilmiştir.
Bin Tonluk On Kırbaç
Bağdat şehrinin mahzenlerinden birinde, İmam Ebu Hanife Kur’an hatmiyle aydınlattığı bir gecenin daha sabahına uyandı. Yatsının abdestiyle kıldığı sabah namazının hemen ardından verilen bir tabakta yemeğini yedi. Hapiste kaldığı süre boyunca imama her sabah onar kez kırbaç vuruluyordu. Kırbacın inen her şiddeti, teninde de düşünde de kanlı dehlizler açıyordu.
O kederli günlerden bir gündü yine. Tabağını bitirmesini bekleyen zindan bekçisi beklemekten usanmış, imamı son lokmasını yutamadan kollarından tutup sürüklemişti. Pas tutmuş bir direğe yaslayıp bileklerini birbirine bağladı. Bir başka zindancı da imamı şehadete kavuşturacak olan kırbacını eline aldı.
Hz. Ali’nin üçüncü kuşaktan torunlarından biri sultana karşı ayaklandı fakat bu isyanı uzun sürmedi. Cezası sultan tarafından başı gövdesinden ayrılarak verildi. Senin ise ona maddi yardım yaptığın söyleniyor, bu doğru mu?
“Evet.” Zindancı kolunun uzandığı en uzak yerden birinci kırbacı vurdu. Hapis cezası almasının nedenlerinden biriydi imamın yürüdüğü ehli beyt yolu. Sırtının solunda belirirken kırmızının en açık tonu, şehrin diğer ucunda katledildi yine bir Ali oğlu.
İkincisi daha sert vuruldu, imam ise yaşamı boyunca hilafetlerine tanık olduğu on iki halifenin sultanlaşmaya nasıl başladıklarını düşünüyordu. Nebevi çizgide nefes alabildikleri tek halife, iki yıl hükmeden Ömer bin Abdülaziz idi. Geri kalan yıllarda ise zulüm üstüne zulüm, dünyalık üzerine dünyalık katanları seyretti lakin sadece seyretmekle kalmadı, mazlumlara da destek verdi.
Tavizsiz İmam
Halk arasında sözü muteber bir şahıs olduğu için kendisini direkt cezalandırmıyorlar, devlet kapısında başkadılık görevi vermek suretiyle kendi yanlarına çekmek istiyorlardı. Fakat Büyük İmam mescidin kapılarını saymak dahi olsa devlet görevinin her çeşidini reddediyordu. Şeriata aykırı hiçbir hükmün altına imza atmayacağını söylüyordu.
Şeriattan tavizsiz imamın sırtına, şiddetinden taviz vermeyen kırbacın üçüncüsü değdi. Gelen her sultanın ettiği bu kadılık teklifinin asıl sebebiyse imamı cezalandırmak için aranan haklı bir gerekçeydi. Reddedeceğini bile bile tekrar tekrar soruyorlardı: “Seni yakınımızda görmek, lâyık olduğun o rahlenin kıymetini arttırmak isteriz. Bağdat’ın başkadısı olacaksın.” Sonunda cezalandırılacağını bile bile tekrar tekrar cevaplandırıyordu: “Hayır, Hayır, Hayır!”
On bin kişinin rahlesinde soluklandığı bu imamın, bir kişinin yani sultanın boyunduruğuna girmesi için kırbacın dördüncüsü vuruldu. O ise bu kez ilim yoluna girdiği ilk zamanları düşünüyordu. Yirmi yaşından sonra dâhil olduğu ilmin, iliklerine kadar işlemesi kısa süren İmam, İslâm şehirlerinin her bir yanına yayılan hurafeleri, batıl fikirleri kelam ilminin yardımıyla söndürdü. O, bu ilmin vasıtasıyla batıl düşüncelerle mücadeleye girişince, başka bir taraftan da eleştirilerin odağı oldu. “Ya İmam! Sen kitapta da sünnette de bulunmayan bir işe giriştin. Kelam ilmine kalem oynatarak korkarım ki bidat işledin.” dediler. “Kitaba inanmayana kitaptan, sünnete inanmayana sünnetten delil getiremezsiniz. Akılla inkâr eden ancak akılla ikna edilir.”
İmam, ilminin ilk senelerinde daha önce hiç sorulmayan soruların sorulduğu, reddedilmeyenlerin reddedildiği, kitaba ve sünnete aykırı olmanın ödüllendirildiği, halk karşısında alelade her mevzunun tartışılageldiği bulanık bir devre rastlamıştı. Bu bulanıklığı berraklaştırmanın yolu da kelamdan geçmekteydi. Çağdaşlarının eleştirilerine maruz kaldı ama bulanıklık suyu da berraklaştırmayı başardı.
İmam Azam’a Göre Din Nedir?
“Bağdat’ın en büyük mescidinde, en kalabalık ders halkasına sahip olan bir imamsın. Din adına kendi zannından cevaplar verir dururmuşsun ahaliye. Bunun hakikat payı nedir?”
“Din kitaptır, sünnettir. Bu ikisinin ilk şahitleri olan sahabeden gelen ise icmadır, içtihattır1. Ondan sonrakiler ise adamdır, ben de adamım. Benim zannım ise kitap ve sünnette kapalı olarak bulunan yanıtları halka bildirmek üzere aklımı kullanarak açık hâle getirmekten ibarettir.” İmam tüm bunları düşünürken ona vurulan yeni bir kırbaçla kendine geldi, bu beşinciydi.
Yayıldıkça hak din, hâdiseler farklılaştı; bu farklılıklara cevaben kıyasın2 yolu açıldı. Ayetin ve hadisin kökünden yükselen kıyas ile büyüdü fıkıh ağacı; halk, İslam’da cevapsız soru olmadığını anlarken, imam ise hadislere itibar etmiyor söylemiyle taşlandı.
Zindancı altıncı kırbacı vurdu, ciğerlerinden yayılan hava bedeninin içinde dondu. Birkaç kez hızla öksürdü imam. “Kabul edecek misin kadılık teklifini?”
Hayır!” Merhameti tek kelimeden müteşekkil olan zindancı daha yüksek bir hızla yedinci kırbacı indirdi. “Kufe kadısının fetvalarına karşı çıktığın, ders halkalarında talebelerinle bunları tartıştığın doğru mu?
“Evet.” En büyük mescidin en muteber imamına edilen teklife en baştan talip olmuş olan bazı kadıların fetvalarına, o büyük imam dur demişti. Din adıyla, nefs saltanatıyla hüküm süren halifelerin işine göre onay verecek her kararı eleştirmişti. Eleştirdikçe halkın itibarını, kadıların ise nefretini celp etmiş; gördüklerine susmamanın cezası ise bir süre fetva vermekten men edilmek olmuştu.
Sekizinci ve dokuzuncu kırbaçları arka arkaya vuran zindancı, diğer görevlilerin dur işaretiyle kırbacını yere indirdi. İmamın hiçbir zaman ah, vah etmediği, suçunun ne olduğu belli olmayan bu cezanın şiddetine bedeni daha fazla direnemedi ve olduğu yere çöküverdi. Ayılması için su içirdiler, yaralarının durumuna bakmak için gömleğini sıyırdılar. Derisinde rengi değişmemiş tek bir yer yoktu. Onun bu hâlini görenler acıyıp bırakmayı düşünseler de görev görevdir deyip vurdular kırbacın sonuncusunu.
Babasından gelen meslekten dolayı zengin bir tacir olan Ebu Hanife, ilmin yoluna adanmasaydı ticaret yolunun erbabı olacaktı. Bu işi tamamen bırakmadı, yine çalıştı, çalıştırdı ama her kazancıyla talebe okuttu, yetiştirdi, ihtiyacı olana verdi. Mal üstüne mal katmayı bir ihtiyaç olarak görmedi. Onun bu tercihini bilenler hep şaşırır, anlamaz veremezlerdi. “Babadan, atadan gelen zenginliğinin, ticaret ile dönen sermayenin onun bunun elinde çarçur olmasına hiç mi üzülmedin? İsteseydin Bağdat’ın da, Dimaşk’ın da hatta Orta Asya’nın da en zengin tacirlerinden biri olurdun. Bir elin yağda, bir elin balda yaşar giderdin. Oğlun da senden sonra bu zenginliği devam ettirirdi. Şimdi söyle bakalım neden öz oğlun Hammad’ın babası Ebu Hammad olarak tanınmadın da haniflerin3 babası Ebu Hanife olarak tanındın?”
“Allah’tan geleni Allah yolunda, Allah’ın istediği biçimde harcadım. Malıma bende4 olmadım, benim olanı halka adadım. Hammad’a gelince, o benim oğlumdur; haniflik ise benim sonumdur. Oğlumla künyelenmek dünyalığımdan ibarettir; sonumla künyelenmek ise dünyada demlediğim ahiretime bir ibaredir.”
Onuncu kırbacın vurduğu yerden içine doğru her adımda çoğalan bir yankı yayıldı. Yankı akciğerine ulaştığı anda sabrettiği on kırbacın ağırlığıyla imamın bin ton değerindeki hanif nefesi kesildi ve gözleri kapandı. Zindanın da zindancının da kırbacın da kader planındaki görevleri tamamlanmış, dünyalıktan medeti çoktan kesmiş olan âlimin şehadet merasimi gelip çatmıştı.
Yargılandı fıkıh postunun mâliki
Sayısız binlerin amelinde söz sahibi
Şehadetle virgüllendi hakka miracı
Şeriatın sırtına değmesin deyip sırtlandı bin tonluk on kırbacı.
Dipnot
1- İcma: Fıkıhta imamların bir konuda görüş birliği etmesi. İçtihat: Fıkıh’ta hakkında hüküm olmayan konuda Kur’an ve sünnetten yola çıkarak kaidelere uygun hüküm vermektir. Burada bahsedilen sahabe efendilerimizin içtihadıdır ki onların verdiği hükümler geçerli kabul edilir.
2- Kıyas: Bilinen hükümden hareketle bilinmeyenin hükmüne ulaşmayı ifade eden fıkıh terimidir. Ebu Hanife fıkıhta ana kaynaklar olan Kur’an, sünnet ve sahabe icması dışında kıyas ve istihsanı da kaynak olarak kullanmıştır.
3- Hanif: Delaletten hak yola, diğer dinlerden hak dine dönen, muvahhid Müslümanlara verilen isimdir. Ebu Hanife künyesinin ona hakka talip, hakka taraftar ve o yola bağlı olduğu gerekçesiyle verildiği söylenmiştir.
4- Bende: Köle.
Kaynaklar
- Ebu Zehra, Muhammed. Ebu Hanife. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2021.
- İbn Sa’d. Kitabü’t-Tabakati’l- Kebir- Tabakat. 8. Cilt. İstanbul: Siyer Yayınları, 2020.
- İmam Zehebi. Abdülmecid Abdurrahman Zeynelabidin (der.) İlmi Böyle Tahsil Ettiler. İstanbul: Beka Yayıncılık, 2019.
- TDV, İslam Ansiklopedisi. “Ebû Hanîfe”. Erişim 24 Ekim 2022. https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-hanife
- Sağıroğlu, Ekrem. İmam-ı Azam Ebu Hanife. İstanbul: Yasin Yayınevi, 2008.