Allahu Teâlâ’nın cennetle müjdelediği, âlemler sultanının damadı, İslam tarihinin üçüncü halifesi; Hz. Osman. Hayâ timsali bir sahabi. Hz. Osman denilince belki de her birimizin aklına ilk olarak onun hayâsı geliyor. Nasıl ki Hz. Ömer adaletle özdeşleşmiş ise o da adeta hayâ ile bir bütün olmuştur. Osman anılınca hayâ, hayâ anılınca Osman (r.a.) anılmıştır. Hiç şüphesiz Hz. Osman denilince İslam tarihinin ilk fitne hadiseleri, Müslümanlar arasındaki ilk ayrılıklar da aklımıza gelenler arasındadır. Hulefâ-i Râşidîn arasında en uzun süre hilafette bulunmuş olan ve İslam tarihinde ilk kez kendisine darbe yapılan halife Hz. Osman’ın hayat hikayesinde bir yolculuğa gelin hep beraber çıkalım.
İçindekiler
1. Doğumu ve Nesebi
Hz. Osman Fil Vak‘ası’ndan altı yıl sonra Taif’te dünyaya gelmiştir. Ümeyyeoğulları kabilesine mensup olup, soyu Abdülmenâf b. Kusay’da Hz. Peygamber ile birleşmektedir. Babası Kureyş’in en zengin tüccarlarından Affân b. Ebi’l Âs annesi Erva bint Kureyz idi. Anneannesi Ümmü Hakîm el-Beyda bint Abdülmuttalib Hz. Peygamber’in halasıdır. Babası Affân henüz İslamiyet’ten önce Cahiliye zamanında vefat etmiştir. Künyesinin Ebû Amr, Ebû Abdullah ya da Ebû Leyla olduğu söylenmektedir.
2. Müslüman Oluşu
Taif’te doğmuş olmasına rağmen Hz. Osman’ın çocukluk ve gençlik yılları Mekke’de geçmiştir. Mekke’de babasıyla beraber ticaretle uğraşmış, ticari seferlere katılmıştır. O üstün ahlakî meziyetleriyle Mekke’de sevilen, saygı gösterilen bir gençti. Babasının vefatıyla birlikte ticari faaliyetlerin başına geçmişti. Hz. Osman Hz. Ebû Bekir’in davetiyle İslam’ı kabul etmiştir. Böylece ilk Müslümanların arasına katılmış ve aşere-i mübeşşereden olma şerefine nâil olmuştur.
Eşraftan olması sebebiyle onun Müslüman oluşu Kureyş içerisinde tepkilere sebep olmuştu. Amcası Hakem b. Ebü’l-Âs yeğeni Osman (r.a.)’ı önce ekonomik olarak ablukaya aldı, sonra da ellerini ve ayaklarını bağlayarak bir odaya hapsetti ve ona işkencede bulundu. Annesi de onu dininden döndürmek için çok uğraştı. Ancak o tüm bu işkence ve baskılara rağmen dininden dönmedi.
3. Zü’n-nûreyn Lakabı
İslamiyet’ten önce Hz. Peygamber’in kızları Rukıyye ve Ümmü Külsûm Ebû Leheb’in oğulları ile evlenmişlerdi. Ancak İslam davetinden sonra Ebû Leheb Hz. Peygamber’e olan düşmanlığından dolayı oğullarından Hz. Peygamber’in kızlarını boşamalarını istemişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü Ebû Leheb’in oğlu Utbe’den boşanan kızı Rukıyye’yi Hz. Osman’la evlendirdi. Henüz hiç evlenmemiş olan Hz. Osman en sevgilinin damadı, gözünün nurunun eşi olmuştu.
Hz. Osman eşi Rukıyye ile nübüvvetin beşinci yılında yola çıkan ilk kafile ile Habeşistan’a hicret etmişti. Orada Abdullah isimli bir çocukları olmuş, fakat hicretin (Medine) dördüncü senesi vefat etmişti. Hz. Osman ve eşi Habeşistan hicretinden bir yıl sonra Mekke’ye geri dönmüşler, ardından Medine’ye hicret etmişlerdi.
Eşinin rahatsızlığı sebebiyle Bedir Savaşı’na katılamayan Hz. Osman, savaş neticesinin Medine’ye ulaştığı gün eşi Rukıyye’yi kaybetmişti. Kızı Rukıyye’nin vefatından sonra Allah Resulü Hz. Osman’ı diğer kızı Ümmü Külsûm ile evlendirdi. Resul-i Ekrem’in iki kızının eşi olma şerefine nail olan Hz. Osman bundan sonra iki nur sahibi anlamına gelen “Zün-nûreyn” lakabıyla anılmaya başladı. Hicretin dokuncu senesinde Ümmü Külsûm’un de vefatı üzerine Hz. Peygamber iki kızını verdiği, güzel ahlak sahibi Hz. Osman’ı “Eğer bir kızım daha olsaydı onu da Osman’la evlendirirdim.” sözleriyle onurlandırmıştır.
4. Engin Hayâsı
Hz. Osman iffeti ve hayası ile meşhur olmuş bir sahabi idi. O İslam’dan önce de içki içmemiş, iffetli, temiz bir hayat sürmüştü. Yumuşak, nazik bir mizaca sahip olan Hz. Osman gerçekten de tam manasıyla bir hayâ abidesiydi. Zira Hz. Peygamber onun için şöyle buyurmuştur
Ümmetimin haya bakımından en üstünü Osman’dır.
Yine onun engin hayâ duygusunu şu rivayette çok açık bir şekilde görmekteyiz. Hz. Âişe (r.a.) validemizim bize aktardığına göre;
Bir gün Resulullah üzerine bir örtü çekmiş halde istirahat ediyordu. O sırada babam Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Resulullah tavrında bir değişiklik yapmadan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı şekilde halini değiştirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman huzuruna girmek için izin istedi. Bu defa Resulullah hemen doğruldu, toparlandı. Bunun üzerine ben merak ettim ve sordum: “Ey Allah’ın Resulü! Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız halde, neden Osman gelince halinizi değiştirdiniz?” Allah Resulü şöyle cevap verdi: “Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!
5. Cömertliği
Hz. Osman Allah yolunda infak etmede çok cömert bir sahabiydi. Medine’ye hicret ettiklerinde Müslümanlar ciddi bir su sıkıntısı yaşamaya başlamışlardı. Şehirde Rûme isimli bir su kuyusu vardı, ancak sahibi buradan suyu para ile satmaktaydı. Hz. Peygamber kuyunun sahibine suyu parayla satmamasını teklif etmiş, ancak adam bunu kabul etmemişti. Bunun üzerine Resul-i Ekrem ashabına kuyuyu satın alacak kişiye bu iyiliği karşısında cennetin verileceğini, günahlarının bağışlanacağını ve kendisine cennette bu kuyudan daha güzelinin verileceğini söyledi. Bunu duyan Hz. Osman hemen kuyuyu satın almak için harekete geçti, başlangıçta sahibinin kuyunun tamamını satmaması üzerine yarı hissesini satın aldı ve Müslümanların hizmetine sundu. Böylelikle Hz. Osman Allah Resul’ünün “Allah’ım Cenneti ona vacip kıl” şeklindeki duasına mazhar oldu.
Başta kuyu ortaklaşa kullanıldıysa da daha sonra diğer yarısı da satın alındı. Kuyu zamanla “Bi’rü Osman” olarak anılmaya başladı. Hz. Osman’ın bu infakı aynı zamanda İslam tarihindeki ilk vakıf örneklerinden biri olarak kabul edilir. Yine Tebük seferinde ordunun teçhizi için Allah Resulü ashabını yardıma çağırırken Hz. Osman hiç tereddüt etmeden üç yüz develik ticaret kervanını olduğu gibi infak etmişti. Durumdan çok memnun olan Hz. Peygamber:
“Bundan sonra Osman’ın yapacağı hiçbir şeyden dolayı sorumluluğu yoktur. Allah’ım ben Osman’dan razıyım. Sen de razı ol!”
diye dua etti. Ebû Hureyre (r.a.) de “Osman Peygamberden cenneti iki kez satın aldı; birisi Rûme Kuyusunu satın aldığında, diğeri Ceyşü’l-usre’yi teçhiz ettiğinde.” buyurmuştur. Onun Hz. Ebû Bekir zamanındaki kıtlıkta kervanındaki malların tamamını muhtaç haldeki Müslümanlara dağıtması da hayırseverliğini, cömertliğini açıkça ortaya koyan güzel örneklerdendir.
Ceyşü’l-usre
Tebük Gazvesi hem düşmanın büyüklüğü hem de içerisinde bulunulan şartların zorluğu sebebiyle “Gazvetü’l-usre”, gazveye iştirak eden ordu ise “Ceyşü’l-usre” şeklinde anılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de de Tebük Gazvesi için “Sâatü’l-usre” (Güçlük zamanı) ifadesi yer almaktadır.
6. Allah Resulü’ne Olan Bağlılığı
Hz. Peygamber hicretin altıncı yılında umre yapma maksadıyla ashabın bir kısmıyla birlikte Medine’den Mekke’ye yola çıkmıştı. Mekkeliler Müslümanların gelmekte olduğu haberini duyunca harp için geldiklerini düşünerek, savaş hazırlıklarına başlamışlardı. Allah Resulü durumu öğrenince savaşma niyetinde olmadığını bildirmek için önce Ümmeyetü’l Hüzâî’nin oğlu Hirâş’ı gönderdi. Ancak Hirâş Kureyşlilerin elinden zor kurtuldu ve kendisine verilen vazifede başarılı olamadı. Bunun üzerine Hz. Osman Kureyşlilerle görüşmek için gönderildi.
Hz. Osman Mekke’ye gittiğinde Kureyşliler onu çok iyi karşıladılar, hatta Kabe’yi tavaf edebileceğini söylediler. Ancak o cevaben “Resul-i Ekrem tavaf etmedikçe ben tavaf edemem.” diyerek Allah Resulü’ne olan sadakatini, bağlılığını açıkça ortaya koymuştu. Ashaptan bazıları da Hz. Osman’ın Kabe’yi tavaf edeceğini düşünerek ona imrenmişlerdi. Fakat Hz. Peygamber Müslümanlar Kabe’yi tavaf etmediği müddetçe Osman (r.a.)’ın tavaf etmeyeceğini biliyordu. Öyle de olmuştu. Hz. Osman Allah Resulü’ne olan sadakati dolayısıyla Kabe’yi tavaf etmek dururken, hapsedilmeyi tercih etmişti.
Kureyşliler onu üç gün boyunca hapsetmiş. Bu süre zarfı içerisinde Müslümanlar arasında Hz. Osman’ın öldürüldüğü şayiası ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Allah Resulü Müslümanlardan müşriklere karşı savaşmak niyetiyle biat aldı. Hz. Peygamber sağ elini öne uzatıp, sol elini de havaya kaldırarak “İşte bu benim elim bu da Osman’ın eli! Şahit olun ki ben de Osman adına biat ediyorum.” buyurarak, Osman (r.a.) adına da biat almıştır. Semûre ağacı altında gerçekleşen bu biat tarihe “Rıdvan Biatı” olarak geçmiştir.
7. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer Dönemindeki Konumu
Hz. Osman halife olmadan önce de gerek Hz. Ebû Bekir gerek Hz. Ömer zamanında siyasette aktif olarak rol oynamış bir kimse idi. Hz. Ebû Bekir döneminde katiplik vazifesinde bulunmuş olan Hz. Osman, aynı zamanda halifenin danışmanlığını da yapmıştır. Halife Ebû Bekir önemli icraatlarında Hz. Osman’a başvurmayı ihmal etmemiş, onun görüşlerine değer vermiştir. Zira Hz. Ebû Bekir hastalığında kendisinden sonra hilafete geçecek adayın belirlenmesinde Hz. Osman’a da danışmış, o da Hz. Ömer’in uygun olacağını söylemiştir.
Halife Ebû Bekir (r.a.) ölüm döşeğinde vasiyetnamesini Hz. Osman’a yazdırmıştır. Hz. Ömer’in hilafeti boyunca da Hz. Osman katiplik ve danışmanlık görevlerini sürdürmüştür. Hz. Ömer Medine’den her ayrıldığında yerine vekil olarak Hz. Osman’ı bırakmıştır. Ömer (r.a.) döneminde de önemli bir pozisyonu bulunan Hz. Osman’ın halifenin aldığı kararlarda da etkili olduğu görülmektedir.
Devlet gelir, giderleri için defter tutulması, hicrî takvimin Muharrem ayı ile başlaması gibi uygulamalar Hz. Osman’ın teklifleri üzerine alınan kararlardır. Yine suçu sabit olan Hâtıb’ın cariyesinin recmedilmesini emreden halifenin Hz. Osman’ın deliye had uygulanamayacağını hatırlatması üzerine kararından vazgeçmesi de Hz. Osman’ın devlet yönetimindeki tesirini ortaya koymaktadır. Hz. Ömer döneminde halifenin hüküm ve kararlarındaki tesirinden dolayı Hz. Osman’a ikinci adam manasına gelen “redif” denilmiştir.
8. Halifeliği
Hz. Ömer Ebû Lü’lü’e’nin Mecusi kölesi tarafından hançerlenerek yaralanınca, kendisinden sonra hilafete gelecek kişiyi belirlemek üzere Ali b. Ebî Tâlib, Osman b. Âffan, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Zübeyr b. el-Avvâm ve Talha b. Ubeydullah’tan oluşan bir şûra oluşturdu.
Şûradaki üyeler kendi aralarından birini halife olarak belirleyeceklerdi. Ancak şûranın ilk müzakereleri tartışmalı geçince Abdurrahman b. Avf adaylıktan feragat ettiğini açıkladı ve aday olacak kişinin belirlenmesi noktasında hakemlik yapmayı şûraya teklif etti. Bunun üzerine aday olacağını açıklayan Hz. Osman ve Hz. Ali, Abdurrahman (r.a.)’ın hakemliğine razı oldular. Abdurrahman b. Avf üç gün boyunca Medine’de dolaşarak hilafet seçiminde halkın görüşünü tespit etmeye çalıştı.
Daha sonra halife adaylarına giderek, seçilmeleri durumunda Allah’ın dini, peygamberin ve diğer iki halifenin sünneti doğrultusunda hareket etme ve akrabalarını kayırmama hususunda söz istedi. Hz. Osman’ın daha tereddütsüz cevap vermesi üzerine Osman (r.a.)’ı halife olarak ilan etti. Böylelikle İslam tarihinin üçüncü halifesi Hz. Osman olmuş oldu.
Hz. Osman’ın hilafete geldikten sonraki en önemli icraatlarından biri Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılmasıdır. Hz. Ebû Bekir döneminde mushaf haline getirilen nüsha esas alınarak Kur’an-ı Kerim çoğaltılmış ve çeşitli eyaletlere gönderilmiştir. Bu gönderilen nüshalar dışında elinde Kur’an-ı Kerim sayfaları bulunanlardan yakmaları istenerek, Kur’an-ı Kerim’in kıraatı hususunda ortaya çıkan problemler izale edilmeye çalışılmıştır.[1] Hz. Osman’ın önemli uygulamalarından biri de Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi olmuştur. Mescidi genişletme çalışmaları içerisinde halifenin kendi malından 10.000 dirhemi bağışlaması da cömertliğini göstermesi açısından kayda değerdir.
Hz. Osman dönemindeki fütûhatın Hz. Ömer döneminde fethedilen bölgelerin yeniden itaat altına alınması ve fetih hareketinin yeni yerlerle devam ettirilmesi şeklinde olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Ömer döneminde fethedilen İran, Azerbaycan, Suriye ve Mısır coğrafyaları tekrar itaat altına alındıktan sonra, daha ileri gidilerek doğuda Hint, batıda ise Kuzey Afrika’ya kadar ulaşılmıştır. Bunun dışında Hz. Osman döneminde İslam tarihinin ilk donanması kurularak Müslümanlar denizlerdeki gücünü de göstermiştir.
Muaviye b. Ebî Süfyan Hz. Ömer’e bir donanma oluşturarak Kıbrıs’ı fethetmek istediğini söylediğinde, son derece temkinli olan halife tarafından bu isteği reddedilmişti. Hz. Osman’ın hilafete gelmesiyle birlikte Muaviye teklifini yeniden gündeme getirdi ve Hz. Osman’ın kabul etmesi üzerine Kıbrıs adası Müslümanların eline geçmiş oldu. Yine Abdullah b. Sad b. Ebî Serh’in oluşturduğu donanma da Zâtü’s-Sevârî savaşında Bizans’ın büyük bir yenilgi almasını sağlamıştır.
9. Yönetiminde Muhaliflerin Ortaya Çıkması
Tarihçiler genel olarak Hz. Osman’ın hilafetini H.24-29/M. 644-649 yıllarını içine alan “Sükûnet Dönemi” ve H.30-35/M.650-655 yıllarını kapsayan “Karışıklık Dönemi” şeklinde ikiye ayırmışlardır. İlk dönem toplumda sükûnetin hâkim olduğu bir evre iken, ikinci dönemde Hz. Osman’ın yönetimine karşı olan muhalif gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Tabii ki bu ayrım suni bir tasniftir. Esasında muhalefet hareketlerinin ortaya çıkışının zeminini ilk dönemde aramak gerekir.
Hz. Osman’a karşı toplumda hoşnutsuzlukların meydana gelmesi yalnızca bir sebebe dayandırılamaz, bunda pek çok etken söz konusudur. Onun yönetimi kolaylaştıracağı düşüncesiyle idarî kadrolara yaptığı atamalarda liyakatten ziyade akrabasını gözetmesi en başta tenkit edildiği noktalardan olmuştur. Bu durum Hz. Peygamber’le birlikte ortadan kalkan kabilecilik anlayışının tekrardan gün yüzüne çıkmasına sebep olmuştur.
Ümeyyeoğullarının yönetimde ayrıcalıklı bir konuma gelmesi, Emevî-Haşimî çekişmesini canlandırırken, Kureyş dışındaki kabileler için de yeniden Kureyş’in hakimiyeti altına girme şeklinde algılanmıştır.
Hz. Osman’ın eyaletlerde görevlendirdiği valileri de bu düşünceleri pekiştiren hareketlerde bulunmuşlardır. Mesela Kûfe valisi Sa‘id b. el-Âs bir toplantı esnasında “Kûfe arazisinin tümü Kureyş’in bahçesidir.” diyerek Kûfe halkı tarafından tepki çekmiştir. Bu dönemde özellikle Kûfe ve Mısır’da halk sürekli valilerden şikayetçi olmuş ve sıklıkla valilerde değişikliğe gidilmiştir.
Hz. Osman’ın yönetimine karşı muhalefetin oluşmasında Müslümanların maddi refaha kavuşmaları ve fetihlerin durmasıyla birlikte iç politikayla ilgilenmeye başlamaları da etkili olmuştur. Aynı zamanda Hz. Osman döneminde toplumsal tabaka da değişmeye başlamıştır. Önceki dönemlerdeki sahabe nesli giderek azalmış, yeni yerlerin fethiyle beraber etnik ve dini unsurlar çeşitlenmiştir.
Şu da bir gerçektir ki Müslümanların geniş bir coğrafyaya hâkim olması düşmanlarını rahatsız etmiş ve İslam toplumunun iç dinamiklerine zarar vermeye yönlendirmiştir. Zira kaynaklarımızda sıklıkla geçen Müslümanlar arasında fitneye sebep olan Abdullah b. Sebe’nin faaliyetleri de toplumdaki ayrılık ateşini fitillemiştir. Muhtemelen Abdullah b. Sebe tarihin sayfalarına adını yazdırabilmiş olanlardan yalnızca bir tanesidir, onun gibi toplumda karışıklık çıkarmaya çalışan başka isimlerden de söz edilebilir. Elbette Hz. Osman’ın yumuşak huyu, yönetimdeki zaafları ve Hz. Ömer kadar otoriter olamayışı gibi sebepler göz ardı edilemez.
Hz. Osman’ın yönetiminden sahabenin ileri gelen isimlerinin de şikayetçi olduğunu görmekteyiz. Onun sahabeden daha ehil isimler varken, uzun yıllar Müslümanlara düşmanlık yapan, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan akrabasına öncelik tanıması,[2] ashabın ilklerinden Ebû Zer el-Gıfârî’yi sürgün etmesi, buna karşın Hz. Peygamber dönemindeki menfî davranışlarıyla bilinen Velîd b. Ukbe, Mervan b. Hakem, Abdullah b. Sa’d gibi isimleri önemli mevkilere getirmesi, Hz. Peygamber’in uygulamalarına muhalif birtakım uygulamalarda bulunması[3] gibi sebepler ashabın da onun yönetimini eleştirmesine neden olmuştur.
10. Şehit Edilmesi
Hz. Osman toplumdaki hoşnutsuzlukların önüne geçmek için birtakım önlemler almaya başlamış, ülke içindeki karışıklığı çözebilmek için valileriyle toplantılar yaparak, onlarla istişarelerde bulunmuştur. Eyaletlere de durumu öğrenebilmek amacıyla müfettişler göndermiştir. Eyaletlere giden kişiler her ne kadar olumlu raporlar sunmuş olsalar da Kûfe, Basra ve Mısır halkı yönetimden büsbütün rahatsızdı. Bu arada Mısırlılar valileri Abdullah b. Sa’d’ı şikâyet etmek için başkente bir heyet göndermişler, şikayetleri dinleyen Hz. Osman ise valisine halka karşı dikkatli davranmasını bildiren bir mektup yollamıştı. Ancak Vali Abdullah halifeyi dinlemediği gibi kendisini şikâyet edenlerden birisini de öldürdü. Bunun üzerine Mısırlılar yeniden Medine’ye doğru yola çıktılar.
Diğer muhalefet bölgeleri olan Kûfe ve Basra’ya da durumu haber vermiş olacaklar ki Kûfe ve Basralılar da aynı anda Medine’nin yolunu tuttular. Bunun üzerine Abdullah b. Sa’d azledilerek yerine Muhammed b. Ebî Bekir getirildi. Ancak Mısırlılar yolda Medineli bir köle ile karşılaştılar. Kölenin halifeye ait olduğunu ve Mısır’a gittiğini anlayınca üzerini aramaya başladılar ve halifenin mührünün bulunduğu bir mektup buldular. Mektupta Vali Abdullah b. Sa’d’a görevine devam etmesi ve Muhammed b. Ebû Bekir dahil Medine’ye gelenlerden bazılarının öldürülmesi, bazılarının da hapsedilmesi emri vardı.
Mektubu okuyan Mısırlılar öfkeli bir şekilde Medine’ye geri dönerek halifenin evini kuşattılar. Bu sırada Kûfe ve Basralılar da geri gelmişti. Hz. Osman böyle bir mektubu yazmadığını söylemiş olmasına rağmen asiler tarafından ciddiye alınmadı. Rivayetler arasında mektubun Hz. Osman adına Mervan b. Hakem tarafından yazıldığı yer almaktadır. Medineliler asiler tarafından muhasaraya alınan halifenin muhtemelen öldürülebileceğini düşünmedikleri için herhangi bir teşebbüste bulunmamışlardı. Asiler yirmi gün ile iki ay arasında devam ettiği söylenen muhasaranın ilk günlerinde Hz. Osman’a mescide giderek imamlık yapma imkânı tanımışlar, bu süreçte Hz. Osman da pek çok konuda onları ikna etmeyi başarmıştı. Ancak Mervan’ın Hz. Osman adına yaptığı bir konuşma yeniden ortalığın karışmasına sebep olmuştur.
Asiler halifeye evinden çıkmasını yasakladıkları gibi kendisine su dahi getirilmesine izin vermemişlerdir. Hz. Osman’a halifeliği bırakmasını aksi halde öldürüleceğini söylediler. Netice olarak hac mevsiminin sona ermesiyle Mekke’den Medine’ye gelecek olanların artacağı düşüncesi ve eyaletlerden askerlerin yaklaştığı haberi üzerine asiler halifeyi öldürme konusunda acele ettiler. Birkaç genç sahabinin savunmakta olduğu halifenin evinin kapısını yıktılar ve Kur’an okumakta olan halife Osman (r.a.)’ı öldürdüler. Bu sırada kendisini korumaya çalışan hanımı Nâile bint Ferâfise’nin de parmakları kesilmişti. Böylece İslam tarihinin ilk darbesi vuku bulmuş oluyordu.
Hz. Osman şehit edildiğinde seksen iki yaşındaydı. Halifeyi öldürdükten sonra evini ve beytülmali yağmaladıkları için hanımının gayretleriyle ancak akşam ile yatsı arasında defnedilmişti. Hatta üç gün sonra defnedildiğine dair de rivayetler vardır. Rivayetlerde cenazeye Hz. Osman’ın iki hanımıyla üç ile on yedi arasında erkeğin katıldığı geçmektedir. Cenazenin ardından Cennetü’l Bâki bitişiğindeki Haşşükevkeb denilen mevkiye defnedildiği bildirilmektedir.
Meraklısına: Topkapı Sarayında Mukaddes Emanetler bölümündeki kılıçlardan beşi Hz. Osman’a nispet edilir.
Kaynakça
- Akpınar, Ö. F. (2020). Hz. Osman ve Hadis Rivayetindeki Yeri. İstanbul: Siyer .
- Apak, A. (2000). Hz. Osman Dönemi Fetihleri . Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
- Apak, A. (2017). Ana Hatlarıyla İslâm Tarihi-2 (Hulefâ-i Râşidîn Dönemi). İstanbul: Ensar.
- Demircan, A. (2016). Râşid Halifeler . İstanbul : Beyan.
- Dergisi, S. (2023, 02 13). Ahlâk ve Hayâ Timsali Hz. Osman. Siyer Dergisi.
- Yiğit, İ. (2023, 02 13). Osman . TDV İslâm Ansiklopedisi : https://islamansiklopedisi.org.tr/osman
[1] Rivayetlere göre Azerbaycan ve Ermenistan seferleri sırasında Kur’an-ı Kerim’in kıraatı hususunda Suriyeli ve Iraklı askerler arasında ihtilaf çıkması üzerine Huzeyfe b. el-Yeman meseleyi halife Osman(r.a.)’a taşıdı. Bunun üzerine halife Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Ez-Zübeyr, Saîd b. El-Âs, Abdurrahman b. el-Hâris’ten meydana gelen bir heyet kurarak, Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılmasını sağladı.
[2] Mevdûdî halife Osman (r.a.)’a karşı ortaya çıkan rahatsızlıkları şöyle izah etmiştir; Her şeyden önce Hz. Osman döneminde işbaşına gelen Benî Ümeyye’nin çoğu “Tulekâ’dandır.” Bu şahıslar Risalet döneminde Hz. Peygamber’e karşı mücadele eden tarafta yer almışlar, Mekke’nin fethinden sonra gönüllü-gönülsüz Müslüman olmuşlardır. Şam valisi Muaviye, Kûfe valisi Velîd b. Ukbe, kâtip Mervan b. Hakem bunlardandır. Mısır valisi Abdullah b. Sa’d ise Müslüman olduktan sonra irtidat etmiş, Mekke’nin fethinden sonra Hz. Osman’ın gayretiyle öldürülmekten kurtulmuştur. Bu kimseler İslam’ın ilk dönemlerinde Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber’in terbiyesiyle yetişmiş kimseler değildi. Tulekâ: Sözlükte “azat edilmiş”, “terk edilmiş” manalarına gelen tulekâ, Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethedildiği gün Kureyşli müşriklere hitaben “Gidin, hepiniz serbestsiniz (Tulekâ)” hitabından sonra terim haline gelmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olanları ifade eder.
[3]Hz. Osman’ın Hz. Peygamber’in uygulamalarına muhalif uygulamalarına örnek olarak, Mina’da seferi namaz kılmaması verilebilir. Hz. Peygamber Mina’da seferi olarak namazı eda etmişken, rivayetlerden anladığımız kadarıyla Hz. Osman Hz. Peygamber’in uygulamasını terk ederek namazı dört rekât olarak kılmıştır. Kendisine Abdurrahman b. Avf neden böyle yaptığını sorunca; Yemen’den gelen bazı hacılar ve bazı Müslümanlar benim burada kıldığım namazı göstererek mukim kimsenin namazının ikişer rekât olduğu kanaatine varmışlar, üstelik de ben Mekke’de evliyim ve Taif’te de malım var şeklinde karşılık vermiştir.
Abdurrahman b. Avf’ın onun düşüncesinin doğru olmadığını ispatlamaya çalışan cümlelerinin ardından “Bu benim uygun gördüğüm görüştür.” demiştir. Bazı kaynaklara göre Müslümanların Hz. Osman aleyhine konuştukları ilk konu bu olmuştur. Bu dönemde Cuma günü çift ezan okunması da Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in uygulamalarında bulunmayan bidatlerdendir.