Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi, yeryüzündeki ikinci ibadethane ve İslam’ın en kutsal üç mescidinden biri olan Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapar. Bu yönüyle gönüllerimize yer etmiştir. Hz. Peygamber ve sonrasındaki öncü nesilden günümüze kadar Müslümanlar için Kudüs’ün kutsal kabul edilmesindeki en temel referans elbette Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’da doğrudan veya dolaylı olarak Kudüs’e işaret eden yetmiş küsur ayet bulunmaktadır. Biz burada tarihsel sıralamayı esas alarak beş ayetten bahsedeceğiz.
İçindekiler
Enbiyâ Suresi 71. Ayet
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ
Onu (İbrahim’i) ve Lut’u kurtarıp herkes için bereketli kıldığımız yere ulaştırdık.
Bu ve devamındaki ayetlerde Kudüs ve civarındaki toprakların “bereketli” olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Mekânlara kutsiyet ve bereket kazandıran, o topraklarda ilahi kelamın vahyedilmiş olması ve oranın tevhidin merkezi haline gelmiş olmasıdır. Bu topraklar verimli arazilere sahip olması yönüyle maddi, tarih boyu insanlığı tevhide davet eden peygamberlere ev sahipliği yapması yönüyle de manevi bir berekete sahiptir.
Bereket belli bir kişiye, ırka, kavme değil; vahyin mesajına uygun yaşayan kimse, ona aittir. Tevhitten uzaklaşanların o berekete nail olması beklenemez.
Tefsirlerde, bereketli kılınan yerin Filistin, Kudüs, Suriye ya da Mekke olduğuna dair farklı bilgiler bulunmakla birlikte Filistin olduğu kanaati ağır basmaktadır.
Hz. İbrahim ve kardeşinin oğlu Hz. Lut putperest kavminin zulmünden uzaklaşarak bereketli topraklar olan Filistin’e yerleştiler. Her ikisi de burada tevhit inancının yerleşmesi için mücadele etti.
Hz. İbrahim’in mirası olan bu toprakların tevhit hüviyetine sahip çıkma görevi, ayetteki “li’l-âlemîn” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, sadece orada yaşayanlara değil tüm insanlığa aittir.
A’râf Suresi 137. Ayet
وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا
Ve o hırpalanıp ezilmekte olan kavmi de yeryüzünün, bereketle donattığımız doğusuna ve batısına mirasçı yaptık.
O gün Hz. Musa tevhit dinini temsil eden bir peygamber, kendisini takip eden İsrailoğulları da tevhidin mirasçıları olarak kabul ediliyorlardı. Ancak onlar Allah’a verdikleri sözde durmadılar. Mâide Suresi 21-26. ayetlerde de zikredildiği üzere kendilerine Kudüs’e girip oradaki zalim toplulukla mücadele ettikleri takdirde kesin bir zafer müjdelenmiş olmasına rağmen, onlar bunu reddedip “Ey Musa! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” (Mâide-24) dediler. Bunun üzerine Allah da bu neslin böyle bir şerefe lâyık olmadığını, onların bu kutsal topraklara girmekten kırk sene mahrum bırakıldıklarını, bu süre zarfında çölde dar bir alanda şaşkın şaşkın dolaşacaklarını Hz. Musa’ya bildirdi. (Mâide- 26)
Enbiyâ Suresi 81. Ayet
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ
Süleyman’a da şiddetli rüzgârı boyun eğdirdik ki, onun emriyle, bereketli kıldığımız topraklara doğru eserdi. Biz her şeyi biliriz.
Bu dönemde Hz. Süleyman Kudüs’te tevhit merkezli bir krallık kurdu. Bu topraklar tevhidin, gücün, ekonomik olarak üstünlüğün merkezi haline geldi. Hz. Süleyman rüzgâr yardımıyla ordularını, ticaret kervanı ve filolarını istediği yere götürüyor, yine rüzgâr vasıtasıyla bereketli yurduna yani Kudüs’e dönüyordu.
Hz. Süleyman’ın emrindeki rüzgâr, hayvanlar, cinler vs. onun gücünün ulaştığı sınırları göstermektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu gücün Allah’ın buyruklarının yerine getirilip tevhidin tesis edilmesiyle mümkün hale geldiğidir.
İsrâ Suresi 1. Ayet
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O’dur.
Namaz ve Kudüs arasındaki ilişki, gerek Müslümanların nübüvvetin ilk yıllarından itibaren 15 yıl boyunca Kudüs’e yönelerek namaz kılması, gerekse beş vakit namazın müjdesi olan miraç hadisesine bu mekânın şahitlik etmesi açısından düşünülmeye değer bir konudur. Öte yandan bu kutsal şehrin tarihi sürecine baktığımız zaman da bu iki değer arasında çok önemli bağlar görürüz. Şöyle ki; İslam ümmeti ne zaman namazlarını hakkı ile ikame etmiş, namazlarının başını dik tutmuşlarsa, Allah da bu izzetlerinin bir işareti olarak Kudüs’ü onların hâkimiyetlerine vermiştir. Ama ne zaman ki, ümmet namazlarına Allah’ın istediği kadar önem vermemişse Allah da ümmetin elinden Kudüs’ü çekip almıştır. Sonuç itibariyle diyebiliriz ki, namazlarını diriltenler Kudüs’ün de sahibi olacaklardır.
Ayrıca bu ayet, Hz. İbrahim’den Hz. İsa’ya dek aktarılan tevhit mirasının Hz. Peygamber’e bırakıldığının delili olarak da değerlendirilmiştir.
Tîn Suresi 1-3. Ayetler
وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ وَطُورِ سِينِينَ وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ
İncir’e, zeytine, Sina Dağı’na ve şu emin beldeye (Mekke’ye) yemin olsun.
Ayette Kudüs, Sina Dağı ve Mekke üzerine yemin edilmiştir. Böylece Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslâmiyet’in doğduğu yerlere yemin edilerek (İbn Kesîr, XIV, 395) her üç dinin aslının bir olduğu ve hepsinin tevhit akidesinde birleştiğine işaret edildiği söylenebilir.
Aisha Al- Ahlas’a göre, Tîn suresi Beytülmakdis bölgesinin jeopolitik önemine dikkat çekmek için nazil olmuştur. Çünkü risaletin beşiği her ne kadar Mekke olsa da gelecekte bu risalet Beytülmakdis bölgesine ulaşacaktır. Müslümanlar kaybettikleri izzeti Beytülmakdis’te yeniden elde edecek ve burası dünyayı kucaklayan bir yer olacaktır.
Ayetlerde bahsi geçen peygamberler ve olaylarla ilgili genel bir sonuç değerlendirmesi olarak diyebiliriz ki; açık bir şekilde Hz. İbrahim’den Hz. Muhammed’e kadar yolu Filistin topraklarına düşmüş onlarca peygamberin en temel mücadelesi o toprakları maddi ve manevi esaretin zincirlerinden özgürleştirmek olmuştur.
Yazımı Dr. Halid el-Awaisi hocadan öğrendiğim kapsayıcı bir dua ile sonlandırmak istiyorum: “Allah’ım hür ve aziz olan Mescid-i Aksa’da bize namaz kılmayı nasip eyle.” Bu dua ile hem duayı edenin Kudüs’e gitmesini, hem ümmetin birliğini hem de Mescid-i Aksa’nın gerçek manada özgür olmasını niyaz etmiş oluyoruz.