Ömer Nasuhi Bilmen rahmetullahi aleyh (d. 1883 – v. 1971) son dönem fıkıh ve tefsir âlimi, eski diyanet işleri başkanı olan allame unvanı almış fakihtir. Küçük yaşta yetim kalmış, ilim ehlinden olan amcası Abdürrezzak İlmi Efendi’nin himayesinde yetişmiştir. Son Osmanlı ulemalarından sayılan Bilmen, Erzurum’da başladığı kıymetli ilim tahsilini İstanbul Müftü Yardımcılığı, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü müderrisliği ve kısa bir süre Diyanet İşleri Başkanlığı gibi rütbelere taşımıştır.
Değerli âlim, Diyanet İşleri’ndeki görevini 10 ay yürüttükten sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. Bunun sebebi olarak o dönemde dine yönelik yapılması planlanan yanlış uygulamalara sessiz kalma veya onaylama endişesi olduğu söylenir*. Bu vazifeden ayrıldıktan sonra kendisini ilmi çalışmalara yöneltmiş ve birbirinden kıymetli eserler kaleme almıştır. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali ve Tefsiri, Büyük İslam İlmihali gibi eserleri Müslümanların kitaplıklarında başköşelerde durmaktadır.
Âlimlerin yaşamlarından kesitler sunmaya gayret ettiğimiz bu serimizde sizlerle Ömer Nasuhi Bilmen’in 1960 sonrası yüz yüze kaldığı dinde reform uygulamalarına karşı Diyanet Reisi olarak gösterdiği iradeyi paylaşıyoruz.
Hem Osmanlı Dönemini hem de Türkiye Cumhuriyeti’ni tecrübe etmiş kaç âlim vardır? Büyük ve sancılı bir geçiş döneminin en önde gelen şahitlerinden olan Ömer Nasuhi Efendi’nin yaşamı adeta iki ucu sivri bir kılıç üzerinde yürümenin nişanesi gibidir. İlimle müşerref olan bir zatın aynı zamanda siyasetin her türlüsünden uzak kalmaya çalışması çok güç ve bir o kadar da tehlikeli bir iş olsa gerek. Hele ki Müslümanların söz ve kalp birliğiyle değer verdiği, ağzından çıkanı amenna kabul ettiği bir âlimseniz… Bu hassasiyet her zaman zor oldu; bu, sekizinci yüzyıldaki İmam-ı Azam Ebu Hanife için de, on dokuzuncu yüzyıldaki Ömer Nasuhi Bilmen için de geçerliydi.
1960 darbesi sonrası İstanbul Müftüsü olan Ömer Nasuhi Efendi yeni askeri yönetimce Diyanet İşleri Reisliğine getirilmişti. Allame unvanına haiz bu zatın daha önceki görevlerinden duyduğu endişe ve sıkıntıya bir yenisi ama bu sefer daha ziyadesi eklenmiş oluyordu. “Kişi bildiği ile amel etmek, öğrendiğini başkasına bildirmekle yükümlüdür. Şayet Müslümanların işlerinin idaresine uygun görüldüysek mecbur kabul etmek gerek lakin…” İşte bu lakinin ardında yöneticilerin bazı isteklerine de rıza göstermek gerekeceği ihtimali yatıyordu. “Fakihlerin fakihi, İmam-ı Azam da bu endişe ile kırbaçlanma pahasına reddetmemiş miydi kadılık görevini?”
Bu düşüncelerle başladığı tren yolculuğu Ankara Garı’nda nihayete ermişti. Trenden inerken “Ayağımızın tozuyla geldik elhamdülillah, şimdi görevini devraldığımız eski reis efendiye bir ziyaret icap eder.” diye planlıyordu. Bahsettiği reis kendisinden önce Diyanet Başkanlığı yapmış ama darbe sonrası görevinden alınmış olan Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’ydu.
Garda birkaç adım atmıştı ki kendisini polis memuru eşliğinde bekleyen bir şoför selamladı. “Hoş geldiniz hocam, buyurun otelinize gidelim efendim.”
Arabaya bindiler fakat Ömer Nasuhi Hoca otele gitmek istemeyip “Eyüp Sabri Efendi’nin evine gidelim önce.” dedi. Bu isteği polis memuru tarafından garipsenmişti zira ülkede büyük bir darbe olmuştu, bahsedilen zat bir önceki Diyanet Reisiydi ve görevinden alınmıştı. Araba sağa çekildi, memur arkaya dönerek: “Hocam ülkede ihtilal olduğunu biliyorsunuz değil mi? Âlim soğukkanlı bir şekilde: “Elbette biliyorum evladım.”
“Bu ihtilalle diyanet işlerinin başkanı değişti ve yerine siz atandınız, bunu biliyorsunuz değil mi?”
“Biliyorum evladım.”
“Göreve başlamadan evvel yapacağınız ilk iş azledilen başkanı ziyaret etmek mi olacak?” Hocaefendi her zamanki müşfikliğiyle: “Evladım siz istemiyorsanız ben tek de giderim. Yolu biliyorum.”
Arabadan inip yaya olarak devam eden bu âlim hüzünle söyleniyordu: “Ah… Yürüdüğüm yolun keskinliğini hissetmeye başladım sanıyorum. İmam-ı Azam da böyle olacağını bildiği için yolun ayaklarını kesmesindense sırtına kırbaçların inmesini yeğlemişti…”
Bahsi geçen eski başkanın kapısını çaldı ve selamlarla içeri girip hal, hatır sordu. “Efendim biliyorsunuz ki sizden boşalan mevkiye beni getirdiler. Bizim usullerimiz bakidir, izniniz olursa göreve başlamadan evvel sizden icazet almak isterim.”
Eyüp Sabri Efendi bundan müteşekkirdi. “Hamdolsun ki bu makama sizin gibi dirayetli bir âlimi getirdiler fakat üzülerek söylemek gerekir ki; devrimiz fesadın bol olduğu, iyiliğin bulunmadığı bir devirdir. Siz devletimizi, milletimizi nice kötü faaliyetlerden vazgeçirirsiniz sanıyorum…”
Ayağının tozuyla indiği bu şehirde daha birkaç saat dolmadan duydukları, görevi kabul ettiği birkaç hafta öncesinden beri hissettiği gönül sıkıntılarını kamçıladı. O gece ve diğer geceler ve sonrasında gündüzler boyu Rabbi’ne dua etti, yardım diledi.
Birkaç zaman sonrasında yeni dönemde yeniden “dinde reform” çalışmaları gündeme gelmeye başlamıştı. “Reis Efendi siz de bilirsiniz ki ezanın ve dahi camilerdeki ibadet ve zikirlerin milletimizin aslı dili olan Türkçe’ye geri dönmesini isteyenler çoktur. Bu konuda diyanete de pek mühim vazifeler düşmektedir. İstirhamımız odur ki; dinin yeniden yorumlanması, şekillenmesi ve devrin değerlerine uyum sağlaması için tarafınızdan olumlu destek verilmesi gerekir.”
Başından aşağı kaynar sular boşalmış, kalbi bin parçaya bölünüp yeniden birleşmiş fakat liyakat ve dirayetin kanına kuvvet verdiği bu değerli âlim vakarından bir şey yitirmemişti. Tek ve net bir cevabı vardı: “Hayır. Bozulmayan dinde reform olmaz.”
“Ama efendim?”
“İslam’ın ortaya koyduğu iman, ahlak ve hukuk kaideleri evrensel ilkeleri temsil eder vaziyettedir. Onun değil devre göre yeniden yorumlanması, onun devre en mükemmel şekli vermesi icap eder…”
Âlimle devlet erkânları arasında birkaç ay daha bu ve buna benzer konuşmalar geçti. Her akşam eve gittiğinde yarın ne gibi bir istekle karşıma gelecekler acaba?” diye düşüne düşüne uykuları bölünüyordu. “İmam-ı Azam’ın fıkhını, ilmini takip ettim de siyasi görevlere karşı duruşunu niçin takip etmedim ki? Ama bu görevi ben almasam başkası alacak ve belki de buna benzer birçok yanlış uygulama daha tartışılmadan sahaya sürülecekti…”
Bu düşünceler en sonunda yüreği yorgun âlimi istifa etme kararına götürmüştü. İki ucu keskin kılıçta ancak dokuz ay yürüyebilmiş, nihayetinde sabrı ve cesaretiyle ayağını kanatmadan kurtulmuştu. Ömer Nasuhi Bilmen, yaşamının son yıllarını eser yazmakla ve eğitimle sürdürdü. “Rahleme sıkı sıkıya tutunduğum müddetçe elim de ayağım da sağlam kalır Allah’ın izniyle…” diye söyledi.
İlim ehli yürür bir kılıç üzerinde, iki ucu sivri.
Makam aldıkça beklenir ki doğrulasın yönetimi.
Ettiği bir kelam hak ise kurtarır akıbetini ve ümmeti.
Batıl kelamı ise kaydırır hem kendini hem milleti.
*Bilgi için bkz: https://www.haksozhaber.net/diyanet-isleri-baskanlarinin-degismeyen-kaderi-95855h.htm
Kaynakça
- İslam Ansiklopedisi. (2023). Bilmen, Ömer Nasuhi, Erişim Adresi https://islamansiklopedisi.org.tr/bilmen-omer-nasuhi
- Fikriyat. (2020). Anadolu’nun Yetiştirdiği Büyük İslam Âlimi: Ömer Nasuhi Bilmen, Erişim Adresi https://www.fikriyat.com/biyografi/2020/10/12/anadolunun-yetistirdigi-buyuk-islam-alimi-omer-nasuhi-bilmen
- Diyanet. (2013). Ömer Nasuhi Bilmen, Erişim Adresi https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Person/PresidentDetail/29/omer-nasuhi-bilmen
- Risale Haber. (2017). Ömer Nasuhi Bilmen’in Türkçe Ezan Direnci, Erişim Adresi https://www.risalehaber.com/omer-nasuhi-bilmenin-turkce-ezan-direnci-ve-bediuzzaman-hakkinda-soyledikleri-312178h.htm