Balkanların siyasi tarihinde silinmez izler bırakan, hayatı boyunca adalet, özgürlük ve hakikati arayanların safında yer alan bilge lider Aliya İzzetbegoviç’in hayatını konu alacağız bu yazımızda. Öyle ki kendisi, bir halkın kurtuluş mücadelesinin lideri, yeni kurulan bir ülkenin yöneticisi olarak 20. yüzyıla damgasını vurmuş, düşünürlüğü, entelektüelliği, devlet adamlığı ve siyasetçi kimliği bir arada başarılı bir şekilde taşıyan ender kişilerdendir. Gelin bu ender ve örnek şahsiyeti yakından tanıyalım.
Aliya İzzetbegoviç 8 Ağustos 1925 tarihinde Bosna Hersek’in Bosanski Samac kasabasında dünyaya gelmiş ve kendisine köklü bir aileden gelen dedesinin ismi verilmiştir. Aliya’nın Samac’ta ticaretle uğraşan babası Mustafa, yaşadıkları bölgenin Hırvat milliyetçileri tarafından işgal edilmesi ve işlerinin kötüye gitmesi sebebiyle çocuklarına iyi bir gelecek sağlamak amacıyla, oğlu henüz iki yaşındayken birçok Müslüman aile gibi ailesini Saraybosna’ya taşımıştı. Aliya, çocukluk ve gençlik dönemlerinin büyük bir kısmını burada geçirmiştir. Aliya’nın inanç dünyasının oluşumu ve inancını yaşamasında ailesinin özellikle de annesinin büyük katkıları olmuştur. Nitekim bu durumu şu ifadelerle anlatmaktadır:
Rahmetli annem çok dindar bir kadındı, dine olan bağlılığımı kısmen de olsa ona borçluyum diyebilirim. Sabah namazlarına hiç aksatmadan tam vaktinde kalkar, beni de kaldırırdı ki ben de mahalledeki camiye gidebileyim.
Ailesinden ilk dinî eğitimini alan Aliya, bir yıl Kur’an kursuna gittikten sonra Saraybosna’nın en meşhur lisesine kaydolmuştur. Sonradan kendisinin ifade ettiğine göre bu okulda bir ara komünistlerin propagandalarından etkilenip okuduğu Batı felsefesine ait eserlerin etkisiyle bir inanç sarsıntısı yaşadıysa da dinle alâkası hiçbir zaman kopmamıştır. İçine düştüğü fikrî sarsıntı uzun sürmemiş, geri gelen inancı baştan edinilmiş bir inanç olmuş ve İslâmî kimliği gençlik döneminde hayatına yön vermeye başlamıştır. O günlere dair İzzetbegoviç şu ifadeleri kullanır:
İslam’a dönüşümü etkileyen en önemli unsur komünizm ve faşizm ideolojilerine karşı duyduğum derin nefretti.
İçindekiler
- 1 Genç Müslümanlar ve Aliya
- 2 İnanılan Değerler
- 3 Düşünce Suçlusu
- 4 Yeniden Mahkûmiyet
- 5 Çile Çekmek Yerine Üretmeyi Tercih Etti
- 6 İlkelerinden Ödün Vermeyen Bir Şahsiyet
- 7 Demokratik Eylem Partisinin (SDA) Kurulması
- 8 Bosna-Hersek’in İlk Cumhurbaşkanı
- 9 Dayton Antlaşması’na Giden Süreçte Bağımsızlık Savaşı
- 10 Yine Kendi Hayatımı Yaşamayı Seçerdim
- 11 Kaynaklar:
Genç Müslümanlar ve Aliya
Lise ikinci sınıftayken Genç Müslümanlar Derneği ile tanışan Aliya derneğin faal üyelerinden olmuş, bu grup içindeki çalışmalarının yanı sıra özellikle Doğu Bosna’dan gelen mültecilere yardım faaliyetlerine aktif biçimde katılmıştır. Takvim 1943 yılını gösterirken II. Dünya Savaşı’nın en şiddetli günlerinde liseden mezun olan Aliya, yasalar gereği mezuniyeti sonrasında orduya yazılması gerekmesine rağmen, askerlik yapmaktan kaçmıştır. Nitekim Nazi Almanya’sı işgal ettiği Yugoslavya’da Bosna Hersek bölgesinde ırksal olarak saf bir Hırvatistan’a duyulan ihtiyacı vurgulayan Hırvat milliyetçilerini desteklemiştir. Aliya, faşist bir yönetim altında askerlik yapmak istememiştir. Aliya’nın bu kararında henüz lise yıllarında üye olduğu Genç Müslümanlar Teşkilatının antikomünist ve antifaşist yapısının hiç azımsanmayacak kadar etkisi olmuştur.
1944 yılı boyunca evinde gizlenen Aliya, askerlerin evini basması üzerine Posovina bölgesine kaçmış, bir dönem burada yaşamıştır. 1945’te Tito liderliğindeki Partizan ordusu, Nazi işgalindeki Yugoslavya’yı kurtararak Saraybosna’yı aldığında geri döndü ve yeni yönetim tarafından askere alındı. Faşizme karşı zafer kazananlar, maalesef herkese eşit davranmayarak eşit haklar tanımamıştır. Komünistler, aynı fikir etrafında binlerce insanı, özellikle de gençleri bir araya getirmeyi başarabilmiş Genç Müslümanlar Teşkilatını kara listeye almışlardır. Partizanların Müslümanları tutuklamaya başladığı sırada askerliğini bitirmek üzereyken, daha önceki İslâmî faaliyetlerinden dolayı ve bir düşman örgüt olarak değerlendirilen Genç Müslümanlar Teşkilatına üye olması gerekçesiyle 1946 yılında yönetime gelen Tito tarafından on dört arkadaşıyla birlikte tutuklanmıştır. Saraybosna’daki askeri mahkemenin verdiği karar neticesinde henüz yirmi bir yaşındayken üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.
İnanılan Değerler
Eğitimine devam etmesi gereken yaşlarda suçsuz yere hapse mahkûm edilen Aliya, Yugoslavya yönetiminin emriyle birçok yerde çalıştırılarak mahkûmiyetini 1949 yılında, yirmi dört yaşındayken tamamlamıştır. Hapishane hayatı Aliya’nın düşünce dünyasına katkılarının yanı sıra, olgunlaşmasına da vesile olmuştur. Hapishanede geçirdiği günlerde hayatta kalmasına inanmış olduğu değerlerin çok etkili olduğunu dile getirmiştir. Bu süreçte eşitlik, adalet, sabır, iyilik, özgürlük, inanç gibi kavramlar üzerine fazlaca düşünen Aliya, bu kavramları gerçek manasıyla hayata geçirmeye çalışmış, hayatındaki bu ilkeleri savunurken de taviz vermemeye oldukça gayret göstermiştir.
1949 yılında Aliya cezasının son bulmasıyla gençlik yıllarından beri tanışık olduğu Halide Hanım ile evlendi ve bu evlilikten üç evladı dünyaya geldi. Yine aynı yıllarda tahsiline devam etmek için üniversiteye başladı. Arkadaşlarının telkin ve mektuplarının etkisiyle Genç Müslümanlar Teşkilatında yeniden yer alarak eski heyecanlı günlerine yeniden döndü. Teşkilat üyelerinin maruz kaldığı yoğun baskılar neticesinde tutuklanmaların arttığı günlerde küçüklüğünden bu yana istediği Hukuk Fakültesinden aile büyüklerinin iknasıyla vazgeçmek durumunda kalarak Ziraat Fakültesine kaydoldu. Üç yılın ardından ilk girdiği Ziraat Fakültesinde mutlu olamayınca burayı yarım bırakarak Hukuk Fakültesine kaydını yaptırdı ve 1956’da mezun oldu.
Düşünce Suçlusu
Aliya Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra on yıl kadar bir hidroelektrik fabrikasının kuruluşunda, devam eden süreçte ise ağaç işçiliğinden avukatlığa kadar pek çok meslekte çalıştı. Bir yandan çeşitli kitaplar okurken bir yandan da komünist rejimin baskılarına karşın düşüncelerini kaleme almaya çalıştı, tüm bunlara rağmen gençlerle ilgilenmekten de geri durmadı. İlmî ve fikrî birikimiyle harmanladığı Müslüman kimliğini yansıtan yorumlarıyla kısa sürede dikkatleri üzerine çekti. İslâmî bakış açısıyla dile getirdiği düşünceleriyle yalnızca Boşnaklar üzerinde değil Yugoslavya’daki farklı etnik gruba mensup Müslümanlar üzerinde de etkili oldu.
Altmışlı yıllarda kazandığı tecrübelerden yararlanarak 1970’te, “İslam Deklarasyonu” adlı bir makale kaleme aldı ve bu makale, ülke içinde ve dışında büyük yankı uyandırdı. Bunun üzerine Aliya, düşünce ve faaliyetleri sebebiyle yönetimin hedefi haline geldi. Bütün dünya Müslümanlarına, içinde bulundukları dönemde insanlığa ve kendi dindaşlarına karşı sorumluluklarını hatırlatan bu bildiri bir süre sonra onu hazırlayanların siyasal baskıya maruz kalmalarına yol açtı.
Yeniden Mahkûmiyet
1980 yılında Tito’nun ölümüyle birlikte Yugoslavya’da şartlar daha da kötüye gitmeye başlamış bilhassa Müslümanlar ile Arnavutlara yönelik tutuklamalar yoğunluk kazanmıştı. Bosna’nın dört bir yanında başlayan ve yüzlerce kişinin tutuklanması ile sonuçlanan bu süreçte, “Doğu Batı Arasında İslam” yayınlanmadan önce 1983 yılında Aliya İzzetbegoviç ve onunla birlikte on iki aydın da tutuklanmıştır. Düşünce suçları kapsamında görülen Saraybosna Davası’nda Aliya ve yol arkadaşlarına “Yugoslavya Cumhuriyeti’ne karşı İslam devleti kurmaya çalışma ve bu amaç doğrultusunda halkı kışkırtma” suçu isnat edilmiştir. Bazı suçluları ilk defa mahkemede görmesine rağmen İzzetbegoviç de örgütün lideri olarak suçlandı.
Hapiste beraber bulunduğu bu arkadaşları, daha sonra başlatacağı siyasal bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin ana kadrosunu oluşturdu. Saraybosna Davası’nda İzzetbegoviç’in mahkûmiyeti, İslam Deklarasyonu’ndaki verilere dayandırıldı ve böylece ikinci defa hapis hayatı başlamış oldu. On dört yıl hapis cezasına çarptırılan Aliya İzzetbegoviç hapsedildiğinde elli sekiz yaşında olduğu için hapishanede fiziksel çalışmalardan muaf tutuldu. Böylece Aliya vaktini ağırlıklı olarak okuma ve yazma için değerlendirebildi.
Çile Çekmek Yerine Üretmeyi Tercih Etti
1983-1988 yılları arasında Aliya’nın hapis hayatı sürerken en büyük destekçisi çocukları olmuştur. Öyle ki umudunu kaybettiği zamanlarda çocuklarından gelen mektuplarla hayata yeniden tutunduğunu özellikle kızının yazdığı mektupların kendisi için zaman zaman yol gösterici olduğunu vurgulamıştır. 1946-49 ve 1983-88 yıllarını hapishanede geçiren Aliya, bir hukukçu olması sebebiyle aynı koğuşu paylaştığı her mahkûmun öyküsünü dinlemiş, onlara mahkûmiyetlerinde izleyecekleri yolu tarif ederek onlara yardımcı olmaya çalışmıştır. Bu durum, Aliya’ya hayatının ilerleyen süreçlerinde elde etmiş olduğu “Farklılıklar zenginliktir, farklılıklarla bir arada olunabilir, yaşanabilir.” düşüncesinin kaynaklardan biri olmuştur.
Bu dönemde elde etmiş olduğu tecrübeler ve beraber zaman geçirdiği diğer mahkûmlarla olan ilişkisi onun yazarlık ve siyaset hayatını beslemiştir. Fikirlerinin olgunlaşma sürecinde yaşanılan tüm bu olay ve günlerin, önemli bir yeri olmuştur. Aliya sorgulayıcı bir yalnızlık içinde olmasına ve ruh halinin değişkenliğine rağmen hapishane hayatını bir çile çekme durumundan üretmek durumuna çevirmeyi başarmıştır. Hapishanede kaldığı günlerde notlar tutmuş, tüm bu tecrübeler neticesinde “Özgürlüğe Kaçışım” adlı eserini yazmıştır. Ahlâktan felsefeye, siyasetten tarihe kadar pek çok konudaki düşüncelerini kaleme aldığı bu eserde Aliya şu ifadeleri kullanır:
Hayatın mutlu bir sonu olabilir mi? Her insan zarar ve ziyana uğramıyor mu? Hapisteyken yaşama arzumda bir an olsun bir eksilme hissetmedim. Ancak ölümün çok uzakta olmadığını bilecek kadar yaşlandığım gerçeğiyle teselli bulduğumu fark ettim. Bu düşünce bana rahatlama sağlıyordu ve onu büyük bir sır gibi sakladım.
İlkelerinden Ödün Vermeyen Bir Şahsiyet
Hapishanede kaldığı sürede, yaptıklarından dolayı pişmanlık duyduğunu ifade ettiği, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden özür dilediği ve bir daha siyasi faaliyetlere dönmemeye söz verdiği takdirde özgürlüğüne kavuşacağı bildirilmesine rağmen bunu hiçbir şekilde kabul etmemiş, ilkesinden ödün vermeden davasını savunmuştur.
Aliya, bu süreci şu şekilde açıklamıştır: “1987’de bir sabah özel bir ziyarete davet edildim. Ziyaretçi bölümünde iki kızım Leyla ve Sabina’yı buldum. Bana, bir af dilekçesi yazmam gerektiğini ve serbest bırakılacağımı söyleyen üst makamların birinden bir mesaj getirdiklerini söylediler. Yazılmış bir af dilekçesi bile getirmişlerdi. Onu okudum ama imzalamadım. Hapis cezam devam etti. Önümde yatmam gereken bir beş yıl daha vardı.” Nitekim bu tavrındaki istikrar, onu bir düşünce ve siyaset adamı olarak günümüze taşımıştır hiç şüphesiz.
Tutukluğunun beşinci yılında 25 Kasım 1988’de Aliya İzzetbegoviç, demokratik ülkelerle İslâm ülkelerinin baskılarıyla Yugoslavya Cumhurbaşkanı’nın af kararı sonrasında serbest bırakılmış, nihayetinde altmış üç yaşında mahkûmiyeti sona ermiş ve özgürlüğüne kavuşmuştur.
Demokratik Eylem Partisinin (SDA) Kurulması
Hapishaneden sonraki hayatının bir yılını dinlenerek, on yılını cumhurbaşkanı olarak geçirmiş olan Aliya’nın özgürlüğe kaçışından sonra karşı karşıya kaldığı siyasi tablo hiç de iç açıcı olmamıştır. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte tüm dünyada komünizm çözülmeye başladı, sosyalist blok hızlı bir şekilde dağılma sürecine girdi. Öyle ki Sırp ağırlığının olduğu ve birden çok etnik millete sahip Yugoslavya da parçalanmaya başladı.
Tüm bu etnik çoğunluk içerisinde ve Sırp ağırlığı karşısında temsil problemi yaşayan Müslümanları temsil etmek üzere Aliya bütün riskleri göze alarak, Yugoslavya’daki tüm Müslümanların partisi olacağı umuduyla Kasım 1989 tarihinde Demokratik Eylem Partisini yakın arkadaşlarıyla birlikte kurdu. Partinin lideri seçilerek, ülkede Müslümanların etkin bulunduğu bölgelerde örgütlemeye çalıştı. Bu parti, Osmanlı Devleti’nin 1876 yılında Bosna-Hersek topraklarından ayrılmasından sonra başlatılan Müslüman Boşnakları kuşatma ve yalnızlaştırma politikaların artık sona erdiğinin ilk işareti olmuştur.
Kaynağı ne olursa olsun Bosna Hersek’i bölme ya da ona el uzatma yönündeki tüm girişimlere kararlılıkla direneceği beyanıyla kurulan bu parti hakkında Aliya şöyle demektedir: “Geniş bir toprak şeridinde Sırplar ve Hırvatlarla karışık olarak yaşayan insanlarımızı bir araya getirecek, Boşnak ve Müslüman yanlısı bir siyasal örgüte ihtiyacımız vardı.” Bu parti Bosna Hersek Müslümanlarına, yerli halk olarak yaşama hakkı tanıdığı gibi Sırplar ve Hırvatlar başta olmak üzere diğer tüm halklara da aynı hakkı tanıma maksadıyla kurulmuştur. Çünkü Aliya ve fikir arkadaşlarına göre Bosna Hersek Müslümanların, Sırpların ve Hırvatların ortak devletidir.
Bosna-Hersek’in İlk Cumhurbaşkanı
Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde Demokratik Eylem Partisiyle siyasete giren İzzetbegoviç, Kasım 1990 tarihinde yapılan bu seçimi büyük bir farkla kazanınca Bosna-Hersek’in ilk cumhurbaşkanı oldu. Tarih 1991 yılını gösterirken Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlıklarını ilan ederek yapılması istenilen uzlaşıyı, bir arada yaşama düşüncesinin geçerliliğini ortadan kaldırarak Avrupalı devletlerce tanındı. Bunun üzerine cumhurbaşkanı olarak İzzetbegoviç Bosna-Hersek’in de bağımsızlığını kazanması için siyasal çalışmalara liderlik ederek 25 Ocak 1992’de ülke genelinde yapılan referandumla bağımsızlık kararının alınmasını sağladı.
Avrupa Birliği’nin Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıması üzerine Nisan 1992’de Sırp ordusu, başkent Saraybosna’ya saldırılar düzenlenmeye başladı. Bu zor günlerde Aliya İzzetbegoviç, uluslararası alanda tanınan Bosna Hersek Cumhuriyeti’ne karşı yapılan Sırp saldırılarına karşı durmaları için tüm Bosna Hersek vatandaşlarına çağrıda bulundu. 1991’de Birleşmiş Milletlerin Yugoslavya’ya uyguladığı silah ambargosu ne yazık ki Bosna Hersek vatandaşlarının ellerini kollarını bağladı. Ancak bu ambargoya rağmen başlangıçta sadece savunma birlikleri olarak kurulmuş vatansever kuvvetler, Bosna Hersek Cumhuriyet Ordusuna dönüştü. Ordunun başkomutan rolünü ise Aliya İzzetbegoviç üstlendi.
Dayton Antlaşması’na Giden Süreçte Bağımsızlık Savaşı
Zayıfa karşı güçlünün savaşı olan bu süreçte Aliya gerek diplomaside gerekse cephede pek çok başarıya imza atmıştır. Dirayetli ve temkinli bir siyaset izleyip silahlı çatışmaları sona erdirmeye çalıştıysa da Sırpların yapmış olduğu katliamlara, tecavüzlere, yıkıma mani olamamıştır. Bu mücadelesi, üç yıl devam eden kanlı savaşa 1995’te son veren ve Bosna-Hersek’in bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan Dayton Antlaşması’yla neticelendi.
Savaş sırasında ve sonrasında uluslararası baskılara maruz kalsa da Bosna-Hersek’in bağımsızlığı için çok güçlü diplomatik ve askerî çabalar sarf etti. Bu minvalde, daha fazla kaybı önlemek için en kötü barış, savaştan efdaldir düşüncesiyle Avrupalı devletlerin ve Birleşmiş Milletlerin baskılarının sonucunda Dayton Antlaşması’nı 21 Kasım 1995 tarihinde imzalamak durumunda kalmıştır. Bu anlaşma sonucunda Bosna Hersek Bağımsızlık Savaşı ve Hırvatistan Savaşı sona ermiştir. Dayton kararından sonra, Aliya İzzetbegoviç şu açıklamayı yapmıştır: “Belirtmeliyim ki bu, adil bir barış olmayabilir ama savaşın sürdürülmesinden daha adil. Böylesi bir dünyada bu şartlar altındayken daha iyi bir barış elde edilemezdi.”
Savaş esnasında çok sayıda insan hayatını kaybetmiş, cami ve mescitler imha edilmiştir. Birleşmiş Milletlerin “koruması” altında olan Srebrenitsa’da bile 8 binden fazla Boşnak, Sırp soykırımına uğramıştır. Bu üç yıl içerisinde Bosna Hersek’te yaklaşık 200 bin kişi hayatını kaybetmiş, yüz binlercesi mülteci olarak başka ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. Ancak, her şeye rağmen Bosna Hersek, bağımsız bir devlet olarak varlığını korumayı başarmıştır.
Yine Kendi Hayatımı Yaşamayı Seçerdim
Eylül 1996’da Dayton sonrası yapılan ilk seçimde Aliya İzzetbegoviç Boşnak, Hırvat ve Sırp temsilcilerinden oluşan üçlü Başkanlık Konseyine seçildi ve başkanlığı üstlendi. Yine 1998 yılındaki seçimlere katılmayı istememekle birlikte Demokratik Eylem Partisi Ana Komitesinin kararı doğrultusunda tekrar aday olan İzzetbegoviç vatandaşlarının güvenini kazanmış bir şekilde bir kez daha Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. Ancak hastalığını ve yaşlılığını gerekçe göstererek 2000 yılında istifa ederek devlet başkanlığı görevinden çekildi.
Aliya İzzetbegoviç, aktif siyasete katıldığı 1988 yılından, cumhurbaşkanlığından istifasını sunduğu 2000 yılına kadar on iki yıl boyunca hem siyasi hem askeri, hem soğuk hem sıcak savaşlar ile Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin kuruluşunu yalnızca siyasi lider olarak değil aynı zamanda bir bilge olarak da başarıyla yönetmiştir.
Aktif siyaseti bıraktıktan sonra emekliliğe ayrılan İzzetbegoviç, vaktini çoğunlukla hatıra kitap yazmaya ayırmış ve hayatının sonuna kadar sade bir hayat yaşamıştır. Ardında zulme boyun eğmeden yaşanmış şerefli bir hayat hikayesi bırakarak, yetmiş sekiz yaşında 19 Ekim 2003 tarihinde vefat etmiştir. Ölümünden sonra cenazesi yüz binlerce seveninin eşliğinde, şehit arkadaşlarının defnedildiği Saraybosna Kovaçi Şehitler Mezarlığı’na defnedilmiştir. Aliya İzzetbegoviç, ardında halkına özgürlük kazandıran örnek bir mücadele ve insanlara ışık tutan eserler bırakarak dünyadan göç eyledi.
Bana yeniden yeni bir hayat yaşama fırsatı sunulsaydı bunu kabul etmezdim ancak eğer seçim yapmak zorunda kalsaydım yine yeniden kendi hayatımı yaşamayı seçerdim.
Kaynaklar:
- AYGÜN, Aykut, Aliya İzzetbegoviç’te Din Ve Siyaset, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Bilal Kuşpınar, Konya 2017
- PAŞİÇ, Dzemil, Aliya İzzetbegoviç’te Din-Siyaset İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Mehmet Birgül, Bursa 2016
- TOKTAŞ, Fatih, Yenilikçi Müslüman Düşünür Olarak Aliya İzzetbegoviç, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İzmir 2016