Ertuğrul Firkateyni, 14 Temmuz 1889’da; 61’i subay ve memur, 548’i er ve erbaş olmak üzere 609 kişilik mürettebatıyla Uzakdoğu yolculuğuna başlar. Firkateyn, uğradığı yerlerde büyük bir coşkuyla karşılanır ve İstanbul’a, seyahat hakkında ardı ardına raporlar gönderilir. Ertuğrul, yola çıktığı günlerden itibaren yurt içinde ve yurt dışında devamlı konuşulmuş, olumlu olumsuz birçok habere konu olmuştur. Nihayet, hesap edilenden uzun bir süre sonra hedefe ulaşılmıştır. Ancak, dönüş yolculuğu, okyanusun serin sularında son bulacaktır… 16 Eylül 1890’da saat 21.00 civarında Funakura kayalıklarında, yüzlerce denizciyle beraber sulara gömülen firkateynin hazin hikâyesini biliyor musunuz?
Birbirinden kilometrelerce uzak iki farklı coğrafyada bulunan Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki münasebetler bundan bir asır evvel başlamış ve bu ilişkileri daha da kuvvetlendirmek için Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından 120 yıl önce Japonya’ya Ertuğrul Firkateyni gönderilmişti. Dönüş yolunda (16 Eylül 1890) fırtınaya yakalanarak Pasifik Okyanusu’nun derinliklerine gömülen gemide, firkateyn komutanı Tuğamiral Osman Paşa da dâhil olmak üzere 527 (609 kişiden 13’ü kazadan önce koleradan vefat etmişti) denizcimiz şehit olmuş, sadece 69 kişi sağ kurtulabilmişti. Denizcilik tarihimizin en büyük kazalarından biri olan Ertuğrul Firkateyni’nin hazin hikâyesi halen yürekleri sızlatmaktadır.
Ertuğrul Firkateyni’nin Uzakdoğu ve Japonya yolculuğu, o devirde çeşitli tartışmalara konu olduğu gibi günümüzde de üzerinde en çok konuşulan tarihî mevzulardan biri olmuş; geminin niçin gönderildiği, yolculuk için şartların elverişli olup olmadığı, yabancı devletlerin yolculuk hakkındaki düşünceleri, Osmanlı bayrağı dalgalandıran gemiye Uzakdoğu Müslümanlarının gösterdikleri saygı ve hürmet, geminin batması ve sonrasında yaşananlar vb. meseleler güncelliğini kaybetmemiştir.
Osmanlı-Japon Münasebetlerinin Temeli Atılıyor
Osmanlı Devleti, 15. ve 16. yüzyıllarda büyük önem verdiği Uzakdoğu siyasetine ancak 19. yüzyılın sonuna doğru istediği şekilde eğilebilmişti. Bunda, devletin içte ve dışta siyasi, sosyal ve ekonomik zaaflara uğramasının etkisi büyüktü. Ancak Sultan İkinci Abdülhamid Han devrine geldiğimizde işlerin bir anda değiştiği görülmektedir. Sömürgeci Batı ülkeleri ve Rusya’ya karşı bir denge siyaseti takip eden Sultan Abdülhamid Han, halifeliğin gücünü de kullanarak yönünü Uzakdoğu’ya çevirmiş ve buralarda nüfuzunu artırmıştı. Bunun yanında Uzakdoğu’da önemli bir güç haline gelmekte olan Japonya ile dostane ilişkilerin kurulması da gündeme gelmişti. 1875’te Petersburg’da Japon sefir Yanagihara Sakimitsu ile Osmanlı elçisi Şakir Paşa arasında yapılan bir görüşme ile Osmanlı-Japon ilişkilerinin temeli atıldı. Ancak bu temel sağlamlaştırılıp geliştirilmeliydi. 1887’de dönemin Japon İmparatoru Meiji’nin amcası Prens Komatsu İstanbul’a gelmişti. İstanbul’u ziyaret eden ilk Japon asilzadesi olan Prens’in görmüş olduğu yakın alâkaya teşekkür etmek üzere ertesi yıl Japon hükümeti tarafından sultana büyük Krizantem Nişanı’nın verilmesi kararlaştırılmıştı. Buna karşılık sultan da Japon imparatoruna bir nişan verecekti. Bu hediyeleri götürmek için Osmanlı donanmasından bir eğitim gemisinin Japonya’ya gönderilmesi kararlaştırıldı.
Osmanlı gemileri içinde bu seyahate en uygun geminin Ertuğrul olabileceğine karar verildi. Ertuğrul’un Japonya seyahati hem iâde-i ziyaret olacak ve hem de iki ülke arasındaki bağları kuvvetlendirecekti. Ayrıca, bu gezi sayesinde Deniz Mühendis Okulu (Mekteb-i Fünun-ı Bahriye) mezunu talebeler de yabancı sahilleri görerek bilgi ve tecrübelerini artıracaklardı.
Bütün bu gelişmeler esnasında Ertuğrul Firkateyni’nin bu seyahate uygun olmadığı sesleri yükselmeye başlayınca Sultan Abdülhamid Han, geminin durumu hakkında etraflı bir rapor hazırlanmasını istedi. Raporu hazırlayan teknik komisyon, geminin mükemmel bir tamirat gördüğünü, makinelerinin sağlam, kazanının da üç-dört yıllık bir yolculuğa uygun olduğunu belirtti. Sonunda Ertuğrul Firkateyni’nin Uzakdoğu’ya seyahati hakkında padişah iradesi çıktı. Geminin kumandanlığına ise Miralay Osman Bey (sefer devam ederken tuğamiral rütbesini alarak Osman Paşa olmuştur) tayin edildi. Sultan Abdülhamid Han’ın hediyelerini Japon imparatoruna takdime memur olan Miralay Osman Bey aynı zamanda Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın da damadıydı.
Süveyş Kanalı’nda İlk Kaza
61’i subay ve memur, 548’i er ve erbaş olmak üzere 609 kişilik mürettebatıyla hazırlıklarını tamamlayan Ertuğrul, Japonya yolculuğuna hazırdı. 14 Temmuz 1889’da gemiyi uğurlamak isteyen İstanbul halkı Sarayburnu’na akın etti. Limanın çevresi arma ve sancaklarla süslenmişti. Ertuğrul’un çarkları Boğaziçi’nin serin sularında dönmeye başlayınca Japonya yolcuları, güverteden bir daha dönmemek üzere el salladıklarını nereden bileceklerdi…
Çanakkale Boğazı’ndan geçen gemi, Marmaris’e uğradıktan sonra 26 Temmuz’da Port-Said’e ulaştı. Oradan da Süveyş Kanalı istikametine ilerleyen Ertuğrul’un ilk talihsizliği 28 Temmuz’da Süveyş Kanalı’nda yaşandı. Kılavuza rağmen tekne, Nil’in sığ sularında kuma saplandı. Kanal İdaresi’nin yardımıyla kurtarılan gemi, kılavuz tarafından iskeleye bağlanmaktayken rüzgârın şiddetiyle ayrılarak kıçı sahili buldu ve dümen bodoslaması kırıldı. Haber İstanbul’a ulaşınca ciddi bir tedirginlik yaşanmış, ihmal olabileceği düşünülerek Miralay Osman Bey ikaz edilmişti. Hatta Bahriye Nezareti, Ertuğrul ile bu seferden vazgeçerek, Osman Bey’in, yanına alacağı birkaç kişiyle posta vapuruna binip Japonya’ya gitmesini teklif etti. Ancak gemi havuza girdiği takdirde tamiratının birkaç günde tamamlanacağı öğrenilince bu fikirden vazgeçildi.
Sultan Abdühamid Hanın emriyle düzenlenen Uzakdoğu ziyareti vesilesiyle Hind ve Pasifik okyanuslarında Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış; yol boyunca uğranılan Bombay, Kolombo, Singapur ve Hong Kong gibi yerlerde yerli halk Ertuğrul’a büyük bir ilgi göstererek akın akın ziyaret etmişler; bu da Müslümanlar üzerinde büyük bir heyecana sebep olmuştur.
150.000 Kişi Gemiyi Ziyaret Etti
23 Eylül 1889’da tamiri biten Ertuğrul, Süveyş’ten ayrılarak Singapur yolunu tuttu. 24 Eylülde Cidde’de, 7 Ekim’de de Aden’de demirleyerek kömür ikmali yaptı. 11 Ekim’de Aden’den çıkan geminin bu seferki durağı Bombay Limanı’ydı. 20 Ekim’de Bombay’a ulaşan gemiyi günde ortalama 20.000, bir hafta içinde ise toplam 150.000’e yakın kişi görmeye gelmişti. Bombay ziyareti, bölge Müslümanları üzerinde büyük bir tesir meydana getirmişti. Ancak, 26 Ekim l889’da halkın ziyaretine son verilerek ertesi günkü sefer için su, yiyecek ve kömür ikmali yapılmıştı.
10 Kasım’da Kolombo’ya uğrayan gemi 13 Kasım’da buradan ayrılarak Singapur yolunu tutmuş ve 28 Kasım’da Singapur’a ulaşmıştı. Ertuğrul, uğradığı diğer limanlarda olduğu gibi burada da büyük bir coşku ve heyecanla karşılandı. Mürettebatın karaya çıkışları, başlarında subaylarıyla camilerde Cuma namazı kılmaları, giyim kuşamlarındaki intizam ve hiçbir hadiseye sebebiyet vermemeleri büyük bir takdirle karşılanmıştı. Ayrıca, burada Ertuğrul’un kumandanı Miralay Osman Bey’e Tuğamiralliğe terfi ettiği de tebliğ edildi. Gemi Singapur’da iken olumsuz hava şartları sebebiyle gezinin Japonya’ya kadar devamı da son derece güçleşmişti. Ertuğrul, uygun havayı yakalamak için Singapur’da dört aydan fazla demirlemek zorunda kaldı. Geminin uzunca bir süre daha kalacağını haber alan uzaktaki Müslüman hükümdarlar da temsilciler göndermişlerdi. Bunlardan Sumatra, Cava ve Siyam Müslümanları, Felemenklerin mezaliminden dolayı Osman Paşa’ya dert yanmışlardı.
Bu uzun bekleyiş sadece masrafları arttırmamış, başka söylentilerin çıkmasına da sebep olmuştur. Bazı yabancı gazetelerde, Ertuğrul’un kalma sebebinin ‘biten kömürü tedarik için para olmaması’ şeklinde haberler yayınlanmıştı.
Uzun bir bekleyişten sonra 3 Mart 1890’da Singapur’dan hareket eden firkateynin sonraki yolculuğu da kolay olmamıştır. Rüzgârların şiddetinden ve Singapur’da alınan kömürün yetmemesinden dolayı, Saygon’da yeniden kömür almak zorunda kalındı. 20 Mart’ta tekrar hareket edilmişse de aksi rüzgârlar devam ettiğinden geri dönülüp 8 Nisan’a kadar beklendi. 15 Nisan’da Hong Kong’a ulaşan gemi buradan da kömür ve diğer ihtiyaçları alarak 22 Mayıs’ta Nakasaki’ye doğru yola çıkmış; fakat hava muhalefeti ve kömür ihtiyacından dolayı bu kez de Foçu’da beklenmişti. Foçu’dan Nakasaki’ye oradan da 7 Haziran 1890’da Ertuğrul’un son durağı olan Yokohama Limanı’na ulaşıldı.
“Firkateynin Bombay’a gelişi Hindistan’ın Müslüman halkı üzerinde geniş bir tesir bırakmış; bu halk, din kardeşlerini büyük bir içtenlikle bağırlarına basmışlardır. Cuma günü gemi mürettebatından 150 kadar asker ve subay gayet temiz giyinmiş oldukları hâlde Cuma namazını eda etmek üzere camilere gitmişler ve yolda kalabalık bir halk kitlesi tarafından saygıyla selamlanmışlardır.” (Advocate of India – 29 Ekim 1889)
Dağ Gibi Yükselen Dalgalar
Yokohama’ya giriş çok muhteşem olmuştu. Bir taraftan selam topları atılırken diğer taraftan binlerce Japon “Banzai… Banzai (Yaşasın… Yaşasın…)” sesleriyle limanı inletiyor ve Ertuğrul’u daha yakından görmek için uğraşıyordu. Tuğamiral Osman Paşa, karaya çıktıktan sonra İmparator Meiji tarafından kabul edilmiş ve Sultan Abdülhamid Han’ın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunmuştu. Muhteşem bir kabul gören Ertuğrul’un subay ve erleri üç ay boyunca el üzerinde tutulmuşlardı. Ertuğrul’un sağ salim Japonya’ya ulaşması, İstanbul’da büyük bir sevinçle karşılanmış, firkateyn kumandanı Osman Paşa bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik edilmiştir.
Vazife ifa edilmişti ama dönüş yolculuğu için mevsimin uygun olması lazımdı. Ancak bu sırada gemide baş gösteren kolera salgınından dolayı 35 nefer yatağa düşmüş, 13 nefer ise vefat etmişti.
Hastaların iyileşmesinden sonra dönüş için hazırlıklara hız verildi. Tuğamiral Osman Paşa, Yokohama’dan İstanbul’a çektiği telgrafta sıhhatlerinin yerinde olduğunu ve gelecek hafta İstanbul’a hareket edeceklerini bildirdi.
Firkateyn, 15 Eylül 1890’da Yokohama’dan hareket etti. 16 Eylül’de Kumanonada’ya giren Ertuğrul, güneybatıya doğru seyrediyordu. Hava bulutlu ve pusluydu. Ne var ki Ertuğrul’un Japonya’ya gelirken karşılaştığı hava muhalefeti, şimdi, dönüşünde de karşısındaydı. Bir müddet yol alan gemi, kısa süre sonra büyük bir fırtınaya yakalandı. Makinesi bütün gücüyle çalışmasına rağmen dağ gibi yükselen dalgalar ve rüzgar, gemiyi Funakura kayalıklarına sürüklüyordu. Fırtınayla mücadele ederek Oşima adasına yaklaşan gemi, adanın güney ucunda yer alan Kaşinozaki burnu ve aynı ismi taşıyan fenerin açıklarına doğru sürükleniyordu. Kaptan ve mürettebatın olağanüstü gayretleri netice vermedi ve gemi 16 Eylül 1890’da saat 21.00 sularında Funakura kayalıklarına bindirdi. Kayalıklara çarpar çarpmaz ortadan ikiye bölünen Ertuğrul, yavaş yavaş sulara gömülmüştü.
Ertuğrul’un Ağır Bilançosu: 527 Şehit 69 Gazi
Dağ gibi dalgaların sesinden başka bir şeyin işitilmediği o fırtınalı gecede Kaşinozaki fenerine, yaralı ve bitap halde bazı yabancılar gelmişti. Japonca bilmeyen bu yabancıların, kazaya uğrayan Osmanlı harp gemisinin mürettebatı olduğu, bandıra işaretleri yardımıyla anlaşılabildi. Fenerden bir haberci hemen Kaşino köyüne gönderildi. Sabaha kadar, köye ve fener bölgesine çıkmayı başaran kazazedelerin sayısı 69’u bulmuştu. Yaralılara ilk yardımı fener işçileri ve köylüler yapmışlardı. Başta Amiral Osman Paşa olmak üzere 527 subay, erbaş ve erimiz ise şehit olmuştu.
17 Eylül sabahı Oşima Belediye Başkanı Oki, Kaşino köyüne ulaştı. Kazazedelerin civardaki uygun binalara yerleştirilerek tedavilerinin yapılmasını sağladı. Diğer taraftan, denizdeki cesetleri toplatmak için köylüler ve bizzat başkan, geceli gündüzlü büyük bir gayret göstererek 260 ceset topladılar. O sırada tesadüfen Oşima’dan geçmekte olan Boço-Maru vapuruyla durumu ağır olan iki kazazede ve iki memur acilen Kobe’ye gönderildi.
Kaza Haberi İstanbul’a Üç Gün Sonra Ulaştı
Kaza haberi Kobe’ye gelir gelmez, Alman konsolosu, Wolf gambotunu Oşima’ya gönderdi. Wolf, 20 Eylül sabahı Oşima’ya ulaştı ve yaralıları alarak Kobe’ye geldi. Yaralılar, Kobe’de hastaneye yerleştirilerek tedavi edildiler. İmparator Meiji; mabeyn doktoru, 13 hastabakıcı ve tören dairesinden bir temsilciyi özel olarak Kobe’ye gönderdi.
Japon Bahriye Nazırlığı, Yaeyema adlı harp gemisini Oşima’ya göndererek şehitleri Funakura kayalıklarını gören tepeye defnettirmiş ve gemi daha sonra, defin işleri için kalan iki kazazedeyi de alarak Kobe’ye gelmiştir.
Kaza 16 Eylül’de meydana gelmiş olmasına rağmen, bu bölgede telgraf ve postane bulunmadığından, Japon yetkililerce ancak 18 Eylül’de öğrenilebilmişti. 19 Eylül sabahı Hiogo’dan gelen bir telgraf Osmanlı’nın Londra büyük elçisine ulaşır. Elçi de o gün içinde telgrafı Bâbıali’ye gönderir. Ardından, 19 Eylül akşamı, Reuters Haber Ajansı da Yokohoma’dan gelen telgrafı büyükelçiye bildirir ve elçi, bu telgrafı ertesi gün Bahriye Nezareti’ne gönderir. Saraya takdim edilen telgraf neticesinde “doğru bilgi alınıncaya kadar keyfiyetin ilan edilmemesi, padişahın irade-i seniyyesi” icabındandır denilerek haber gizlenir. Tüm bunların yanında, Ertuğrul’un resmen batış haberi ise, 21 Eylül 1890 günü Japon Dışişleri Bakanlığı’ndan Sadaret’e gelen bir telgrafla bildirilmiştir. Ajanslar aracılığıyla bütün dünyaya duyurulan kaza, dünya basınında günlerce yer almıştır. Bu elim hadise, İstanbul’da ve Müslümanların bulunduğu her yerde çok büyük üzüntüye sebep olmuş ve her tarafta Ertuğrul kazazedeleri için yardımlar toplanmaya başlanmıştı.
Osmanlı’nın gölgesinde yaşayan Uzakdoğu Müslümanlarının halifeye olan sadakat ve bağlılığı, Ertuğrul Firkateyni ile gün yüzüne çıkmış oluyordu. Sömürgeci batı ise Osmanlı ile Araplar arasına nifak sokmaya çalışırken, Uzakdoğu’daki Müslümanların, halifenin bir gemisi etrafında bu kadar coşkulu olmalarına çok şaşırmıştı
İki Japon Gemisi İstanbul Yolunda
Japonlar, iyileşen yaralıları İstanbul’a getirmek istiyorlardı. Bunun için Kongo ve Hiyei adlı iki Japon gemisi 10 Ekim 1890’da kazadan kurtulan 69 denizcimizle Japonya’dan hareket etti. Aralık sonunda Çanakkale Boğazı’na ulaşan gemileri Yarhisar adlı gemimiz karşıladı ve gemide bulunan kazazedeleri almak istedi. Ancak, Japon gemilerinin İstanbul’a kadar gitmek istemeleri üzerine bundan vazgeçildi ve Japon gemileri 2 Ocak 1891’de İstanbul’a girerek Dolmabahçe önüne demir attılar. İstanbullular, Japon gemilerini heyecan dolu ve samimi gösterilerle karşıladılar ve hatta gemi komutanları huzura kabul edilerek ikinci rütbeden Mecidi nişanlarıyla taltif edildiler.
Japon hükümeti, Ertuğrul’un enkazından topladığı 8 Krup topu, 2 top kundağı, 4 Armstrong topu, 4 Hudges topu, 4 Revolver topu, 2 torpil kovanı, 182 tüfek, 24 tabanca, 61 kılıç, 71 süngü ve yabancı para gibi şeyleri daha sonra bir Fransız vapuruyla göndermiştir.
Ertuğrul şehitleri, 21 Eylül günü, kazanın olduğu yeri gören tepenin üzerine defnedildikten sonra buraya dikilen abidenin üzerine Türkçe ve Japonca, “Osman Paşa” yazılmış, 1891 Şubat’ında da hadisenin hikâyesi kitabe halinde taşa işlenmişti. Oşimalılar, burayı mukaddes bir yer kabul edip temiz tutup her on yılda bir burada merasim yapmayı gelenek haline getirdiler. Vazifeleri uğruna canlarını veren bu vatan evlatlarına Japon hükümetinin ve halkının gösterdiği saygı ve hürmet günümüze kadar sürdü.
1925’te kurulan Osaka Türk- Japon Ticaret Kurumu, Ertuğrul şehitleri için muhteşem bir merasim düzenledi. Merasimin hatırasına 1929’da dikilen anıtın üzerine kazanın özeti yazıldı. Anıt, 3 Haziran 1929 tarihinde Japon imparatoru tarafından da ziyaret edildi. Ayrıca, Kuşimoto kasabası, Mersin ile kardeş şehir ilan edilmiş ve bu anıtın aynısı Mersin sahiline de dikilmiştir.
Şehitliğin bulunduğu Kuşimoto şehrindeki “Türk Müzesi” adıyla bir de müze inşa edilmiştir. 1974 yılında açılan bu müzede Ertuğrul Firkateyni’nin maketi, gemideki asker ve komutanların fotoğrafları ve büstleri bulunmaktadır.
Bugün yerli ve yabancı birçok kişi tarafından ziyaret edilen Ertuğrul şehitleri; Japonya’nın Oşima şehrinin Pasifik’e bakan yamaçlarında yatmaktadırlar.
Sultan Abdühamid Han’ın emriyle düzenlenen Uzakdoğu ziyareti vesilesiyle Hind ve Pasifik okyanuslarında Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış; yol boyunca uğranılan Bombay, Kolombo, Singapur ve Hong Kong gibi yerlerde yerli halk Ertuğrul’a büyük bir ilgi göstererek akın akın ziyaret etmişler; bu da Müslümanlar arasında büyük bir heyecana sebep olmuştur.
Osmanlı’nın gölgesinde yaşayan Uzakdoğu Müslümanlarının halifeye olan sadakat ve bağlılığı, Ertuğrul Firkateyni ile gün yüzüne çıkmış oluyordu. Sömürgeci batı ise Osmanlı ile Araplar arasına nifak sokmaya çalışırken, Uzakdoğu’daki Müslümanların, halifenin bir gemisi etrafında bu kadar coşkulu olmalarına çok şaşırmıştı.
Ertuğrul kazazedeleri için aynı Hicaz Demiryolu’nda olduğu gibi dünyanın her tarafındaki Müslümanlar büyük bir yardım kampanyası başlatmışlar; bu da Müslümanların bir ideal etrafında birleşmesinin nasıl mümkün olabileceğini göstermesi açısından tarihe düşülen mühim bir not olmuştur.
Diğer taraftan Ertuğrul’un, Pasifik’in karanlık sularındaki yürek burkan akıbeti Japonya’da da derin izler bırakmış ve bu hadise Türk-Japon münasebetlerinin duygusal açıdan kökleşmesine vesile olmuştur.
Türk-Japon münasebetlerinde yeni bir devrin başlamasına ve bu münasebetlerin ilerlemesine büyük katkılar sağlayan Ertuğrul Firkateyni şehitlerini rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.
“Facia” değil “Kaza”
“Osmanlı Devleti’nin devletlerarası arenada yeniden denge unsuru olmaya çabaladığı, ağır ekonomik şartlarda ve dış borç yükü altında bile yeni yatırımlara imzaların atıldığı, içeride ve dışarıdaki gelişmelerin dünya kamuoyunu etkilediği çok buhranlı ve sancılı bir devirde, bir harp gemimiz olan Ertuğrul Firkateyni Japonya’ya gönderildi.
“Limandan ayrılıp da bir daha geri dönmeyen, sevdiklerine ve sevenlerine elveda diyerek giden ilk gemimiz Ertuğrul Firkateyni değildir. O, denizde sancak dolaştıran herhangi bir geminin başına gelebilecek kazalardan birisine maruz kalmıştır. Denizlerde gemi dolaştırmak, sancak göstermek, göründüğü gibi kolay ve ucuz bir faaliyet olmadığı gibi, bu faaliyetin kazançlarına maddi değer biçmek de mümkün değildir.
“Ertuğrul Firkateyni’nin başına gelen bir deniz kazasıdır. Her deniz kazası bir “facia” değildir. Ne yazık ki bu kaza için “facia” tanımlaması yaparak haksız eleştirilerde bulunanların bir kısmının denizcilik ile ilgisi, sadece denize bakan bir evinin olması veya bir sahil şehri veya kasabasında ikamet ediyor olmasıdır. Diğer kısmının ise deniz tarihi ve denizcilik, uzmanlık sahaları dışında bir uğraşıdır.
“Ege ve Akdeniz’den dışarı çıkmayan bir donanmamızın olduğu söyleyenlerin, Ertuğrul’un Uzakdoğu seyahatinden söz etmelerini, anılan dönemde denizaltı gemisine sahip olan ikinci, hatta denizaltı ile torpido atışı gerçekleştiren ilk ülke olduğumuz bilinmesine rağmen bu söylemlerinde neden ısrar ettiklerini anlayamamaktayım.
“Ertuğrul’un Japonya’ya gönderildiği dönem, İngilizlerin ülkenin verimli petrol yataklarına ve stratejik öneme sahip geçitlerine (Kıbrıs, Süveyş Kanalı vb.) yerleşme politikalarını uygulamaya koyduğu bir dönemdir. Dengelerin yeniden kurulduğu ve İngiltere lehine olduğu bir devirde yeni dengelerin kurulma çabasının bir sonucu olarak, 1889 yılına kadar olduğu gibi, denizaşırı ülkelerde sancak gösterme zorunluluğundan dolayı bu seyir gerçekleşmiş, dönüş yolunda bir kaza sonucu gemi batmış, bu kaza ile birlikte Türkiye ve Japonya arasında, izleri günümüze kadar taşınan dostluklar kurulmuştur.
“Bir geminin uğradığı limanlarda bir ülkeyi nasıl tanıttığının ve böyle bir teşebbüsün diplomasi açısından ne derece önemli olduğunun, ülke halklarını birbirine nasıl yakınlaştırdığının, kalıcı dostluklara nasıl sebep olduğunun kanıtı Ertuğrul Firkateynidir.
“Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de, Kızıldeniz’de, Atlas Okyanusu’nda, Hint Okyanusu’nda sancak dalgalandırmış, yardıma ihtiyacı olana el uzatmış, kendisine verilen her vazifeyi başarı ile ifa etmiş olan donanmamızın şanlı tarihinden sadece bir yapraktır, Ertuğrul Firkateyni. (Erdoğan Şimşek, Uzakdoğu Elçisi Ertuğrul Firkateyni, İstanbul 2005)
Yedikıta, Eylül 2010 (Sayı 25), s. 14-27.