Ahıskalı Ali Haydar Efendi rahmetullahi aleyh (d.1870-v.1960) Son devrin din âlimlerinden, İslâm hukukçusu, Osmanlı dersiamı, müderris, mutasavvıf ve Fatih Çarşamba’daki İsmet Efendi Dergâhı’nın son şeyhidir. Hayatı boyunca ilim tahsil etmiş, okumuş ve okutmuş olan âlim iki yaşında öksüz, dört yaşında yetim kalmıştır. Gürcistan’ın Ahıska kentinde ilk çocukluk dönemini geçirmiş, Rus işgalinde birçok müderrisin şehit edilmesi nedeniyle tahsiline Erzurum’da devam etmiştir. Erzurum bu yetim talebeye yeni bir yuva, bir ana kucağı olmuştur. Hemen sonra İstanbul’a gelen Ahıskalı, Beyazıd Dersiamlarından icazet alıp mezun olmuştur. En bilinen dönem arkadaşı İskilipli Atıf Efendi. Onun idamıyla sonuçlanan yargılanma sürecinden birlikte geçmişler, uzun süre hapiste tutulmuştur.
Başlarda tasavvuf ve tarikatlara oldukça mesafeli ve katı olan Ali Haydar Efendi’nin hayatı, Samsun Bandırma’da bu konuda verdiği ağır bir vaaz sonrasında tamamen değişecektir. Yeni dönemde Müslümanları özellikle âlim ve hocaları bekleyen nice zorluk öncesinde bir nevi manevi bir olgunluğa erişmesi için yıkık, dökük bir eve yolu düşecektir.
Bu hikâyemizde siz değerli okuyucularımıza ilmin kucağında yetişip aşkın ocağında pişen Ahıskalı Ali Haydar Efendi’yi paylaşıyoruz.
İlmin Kucağından Aşkın Ocağına
Ezan okunur okunmaz namazını kılmak için beline bağladığı ibrikle dolaşan Şerif Efendi’nin yetimi, Ahıska’nın yıkılan medrese kapısına bakıp iç geçirdi. Bağrına düğümlediği birkaç kelamı da etmekten vazgeçip diğer talebeler gibi Anadolu’ya doğru ilim göçüne başladı. Yalın ayak, tek lokma geçen yolun sonunda ilk durağı olan Erzurum’a vardı. Bakırcı Medresesi’ne kaydolduktan sonra artık burası hem bir ana kucağı hem de ilmin kucağıydı onun için. Gece gündüz rahlesi başında, kandilin dibinde okudu, yazdı, tefekkür etti. Öyle ki uykuyla vakit geçirmemek için başını koyduğu masanın üzerine bir bıçak bırakmıştı. Kafası uzun süre üstünde kalırsa kesiliyor, kanlar içinde uyanıyordu.
Öyle bir zorluk ve meşakkat ile tahsil etti ilmi ama ona güç veren şey çoğu âlimin bu yollardan geçmiş olduğunu bilmesiydi. İmam Buhari, İmam Malik, İmam Şafii… Hep rahle yolculukları yapmamışlar mıydı? Seleflerin hayatlarından güç alan Ahıskalı’ya yeni bir hicret yolu görünmüştü, İstanbul’a gidiyordu.
Fatih ilçesinde bir yandan okuyor, bir yandan okutuyordu. Çok geçmedi hemen medrese müderrisliğine getirildi. Sert ve otoriter yapısıyla dikkat çeken, vaazlarıyla saygı duyulan, adı sorulan bir hoca olmuştu.
Ama kader planında o sadece ilimde değil, aşkta da yol alacaktı ve vakit geldi. Ahıskalı Bandırma’ya bir vaaz vermeye yola düştü fakat aslında hiç tasvip etmediği, her zaman uzak durduğu tasavvufa doğru yola çıktığını bilmiyordu.
Bandırma’da adını duyan camiye gelmiş ve meşhur âlimi dinlemek için omuzları yara yara içeri girmişlerdi. Ali Haydar Efendi vaazında üstü kapalı mutasavvıfları da eleştirdi lakin bir yerde bir şeyhin adını veriverdi “Ali Rıza Bezzaz diye bir şeyh varmış ve şeriata muhalif işler ediyormuş…” Bunu duyan cemaat birden buz kesti, sesler kesildi. Zira bu şeyhin denilen vasıfları taşımadığını biliyorlar, hocaya yanlış malumat verildiğini düşünüyorlardı.
Bu vaaz bahsi geçen Ali Rıza Bezzaz Hazretlerine de ulaştı, lakin o hiç sinirlenmedi ve sakince “Merak etmeyin, Ali Haydar Efendi yakında yanımıza gelecek.” diye cevap verdi. Gerçekten de namaz akabinde Ahıskalı’nın içini bir sıkıntıdır basmıştı, dediklerine pişman olmuş, bir özür dileyip helallik alayım diye Ali Bezzaz Hazretlerinin yolunu tutmuştu.
O sanıyordu ki postunda oturur, işlerden elini eteğini çekmiş sadece ibadetle meşgul olur bir zattır. Lakin gördüğü kişi bir kumaşçıydı, kalabalık bir çarşının orta yerinde, ne bir uzlet hâli vardı ne de bir halvet… Elinde dünya işi, yanında bir sürü kişi, aklında ilim, kalbinde Hak, dilinde zikir biriydi. Ahıskalı bu işe çok şaşırdı, sorunca şu cevabı aldı “Biz Allah ile birlikte olmak için halktan kaçmayız. O’nunla birlikte olmanın yolunu insanlarla olmada arıyoruz. Bizde halvet ve uzlet yoktur, halk içinde Hak’la birlikte olmak vardır…” Kumaş dükkânına kumaş için girenler, fıkıh meselesi sormak için gelenler, bir aşk kelamı dinlemek için uğrayanlar arasında Ahıskalı da misafir oldu ve özrünü diledi. Bezzaz Efendi onun Fatih’te ikamet ettiğini duyunca “Orada Ahmet Efendi vardır, onu ziyaret ediniz. Bizim gönderdiğimizi söyleyiniz.” dedi.
Önce bahsi geçen Ahmet Efendi’ye giden âlim onun da yönlendirmesiyle Karagümrük’te Maşlaklı Ali Baba’ya gitti. Evine vardığında kapıyı küçük bir kız açtı ve onu buyur etti. İçeri girince eski ve tamir görmemiş, yıkık dökük bir evle karşılaşan Ahıskalı bir süre beklemeye başladı. En sonunda gelen kişi epey yaş almış, saçı ak, sırtı kambur hâli ise oturduğu ev gibi harap bir adamdı. Maşlaklı Ali Baba kimsin diye sormadan “Benimle gel.” dedi. Ali Haydar Efendi geldiğine pişman olmuş ama ayıp olmasın diye ardından gitti. Maşlaklı bir kömürlükten geçerken “Ben burada Rabbimi çağırırım.” deyince Ahıskalı sinirlendi lakin sakin olmaya çalıştı. Hemen sonra kendisini kimin gönderdiğini söylemiş, bir iki kelam etmek istemişti. Bunun üzerine “Benden şeyhlik alıp başkalarına satacaklar!” diye tuhaf bir cevap alan âlim artık sinirinin had safhasındaydı.
Bir süre sonra ne iş yaptığını sorunca “Hocayım.” dedi. “Ne hocalığı?” diye sorulunca “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayet-i celilesini okudu. Maşlaklı Ali Baba buna sinirlenip “Sus! Bir de ayet okuyorsun!” deyince artık cevabını esirgemeyecek olan Ali Haydar “Niye okumayayım ki, ben cünüp müyüm, abdestsiz miyim?” Maşlaklı, heybetli ve vakarlı duruşuyla karşısında duran âlime uzun uzun baktı ve “Cünüp olsan iyi, en azından bir kova su temizlerdi seni. Lakin senin bu kirini Karadeniz olsa temizleyemez!”
Ahıskalı ne diyeceğini bilemedi, o an nefsiyle şiddetli bir mücadeleye girişti. “Ben nereye geldim? Kapısında duracağım adam mı bu? Benim talebelerim var, yetiştiğim bir ilim saham var. Hem bu adam bende olmayan ne verebilir ki bana? Ben dersiamım, Te’lif Mesail Heyeti reisiyim…”Ama artık olan olmuştu çünkü bu mücadele ateşin harlandığının göstergesiydi. Kibrin kendini gösterdiği en büyük makamlardan biri olan ilim makamındaydı. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için her türlü makamdan beri olan aşkın ocağıyla tanışacaktı. Ali Haydar Efendi o an tutuşmuştu, onun çırası kendinden sonraki nice nesilleri de yakmaya yetecekti.
Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Maşlaklı Ali Efendi’nin evinde neler yaşadığını daha sonra şöyle anlattı “O konuşmanın sonuna doğru bana bir hâl oldu, ağlamaya başladım. O zata olan kızgınlığım sükûnete, buğzum muhabbete dönüştü. Onu o kadar sevdim ki her hâli bana hoş gelmeye başladı.”
Aşk ocağı tutuştu, nefisleri yaktı küle dönüştürdü. Ahıskalı ağladıkça yıkanıyor, yıkandıkça daha fazla tutuşuyordu. İçinde bulunan dünyaya dair tüm sevgiler de o yangınla birlikte yok oluyordu. Ali Haydar Efendi o evden çıktıktan sonra artık aynı kişi değildi, önünde daha nice yıllar vardı yaşayacağı ama bir o kadar çetin, eskisinden de zor olacaktı. Belki de o zorluklara dayanması için çeliğin ateşte sertleşmesi gibi onun da aşkın içinde yanması yazılmıştı kader planında…
Ana kucağından öksüz kalınır, ilmin kucağına varılır.
İlmin kucağı çetindir, nefsin en cilveli hâllerini barındırır.
Nefsi söndürmek için tutuşturmak gerektir.
Âlim rahle başında, âbid aşkın ocağında yetişir.
Kaynakça
- Şenocak, İhsan. İki Devrin Ulu Hocası Ali Haydar Efendi. Samsun. Hüküm Kitap, 2016.
- İslam Ansiklopedisi. (2023). Haydar Edendi, Ahıskalı. Erişim Adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/haydar-efendi-ahiskali
- İhsan Şenocak. (2023). İkinci Fetretin Mevlana’sı: Ahıskalı Ali Haydar Efendi. Erişim Adresi: https://www.ihsansenocak.com/ali-haydar-efendi